Türkiye istihbaratının Gülenist bürokrasiye ilişkin hafızası dolu. Buna göre devlet, Gülencilerin 2025’te devleti tamamen ele geçirme planından bile haberdar.
“Gülenciler başta 2000 ve 2005 yılını hedef seçmişlerdi, şimdi 2025 diyorlar.”
Türkiye tarihinin en uzun süre istihbarat teşkilatı başkanlığı yapmış ismine, Şenkal Atasagun’a atfedilen bu cümle, Gülenist bürokrasi meselesinin devlet açısından bir tecahül-i arif, yani bilip de bilmezlikten gelme hikâyesi olduğunu gösteren kanıtlardan biri. Ve Gülencilerin yalnızca mazisi değil, gelecek tasavvuru hakkında da ipuçları içeriyor.
Devlet, bu yapının kendisi açısından bir tehdit olduğunu başından beri biliyordu. Ne var ki aymazlık, dış müdahaleler, iç çekişmeler ya da siyasi konjonktür gibi çeşitli faktörler bu tehdidin şimdiye kadar görmezden gelinmesine yol açtı.
Bu hafta Üç Boyutlu Portre’de Gülenizm’in devletin istihbarat hafızasındaki izdüşümünün izlerini, MİT raporlarını baz alarak sürmeye çalışacağız. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, paralel yapı tehdidini ortaya koyan pek çok raporu bulunuyor. Şimdilerde hazırlanan raporlar, paralel yapı ile topyekûn mücadele anlayışının bir tezahürü. Ancak Gülenist bürokrasi ile topyekûn savaşın henüz başlamadığı dönemlerde de istihbaratın elinde cemaatin devletteki örgütlenmesiyle ilgili kritik bilgiler yer alıyormuş.
1997 ve 1999 yılında hazırlanan iki ayrı MİT raporunda şimdinin deyişiyle paralel yapı hakkında önemli bilgiler var. MİT’in cemaatin devletteki örgütlenmesiyle ilgili raporlarından biri 17 Aralık 1997 tarihini taşıyor. Raporun hazırladığı dönemde MİT Müsteşarı olan kişi Sönmez Köksal. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a sunulan raporda şöyle deniliyor:
“Fethullah Hocacıların, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA’in bölgemizdeki en önemli sivil toplum kuruluşu olduğu iddiaları, Maliye Bakanlığı müfettişlerinin Fethullah Gülen’in mali kayıtlarını incelemesi ile İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları’nın ilgili kuruluşlarla yapacakları koordine sonucunda çözülebileceği değerlendirilmektedir.”
CEMAATİN 2025 HEDEFİ
MİT, 1999 yılında cemaatle ilgili bir başka rapor daha hazırlıyor. Sönmez Köksal’dan sonra MİT Müsteşarlığı’na getirilen Şenkal Atasagun, bu rapordaki bilgilerden yola çıkarak 1 Ekim 1999 tarihli bir görüşmede MİT’in tespitlerini şöyle dile getiriyor:
“Gülen Grubu bürokrasiyi kullanarak iktidara gelmek istiyor, Milli Görüşçüler sandıktan gelmek istiyor. Böyle bir yöntem farklılıkları var. Gülenciler başta 2000, 2005 yılını hedef seçmişlerdi. Şimdi 2025 diyorlar. Yurtdışındaki okul açma faaliyetleri çok iyi organize ediliyor. Bizim gözlemlerimize göre bu, Gülen Grubu’nun başarabileceği bir şey değil. Mutlaka başka bir destek söz konusu. Bazı yerlerde bizim de yardımcı olduğumuzu söylüyorlar. Örneğin Kuzey Irak’ta, Erbil’de… Ama aslı yok. Biz Gülen olayını Başbakan’a da söylüyoruz. Bizi dikkatle dinliyor. Ötesi bizim işimiz değil.”
Atasagun’un bu ifadeleri Ergenekon davasında tahliye olan CHP Milletvekili Mustafa Balbay’a ait olduğu öne sürülen günlüklerde de yer alıyor.
Bu konuyla ilgili olarak Şenkal Atasagun’u Salı günü aradım, böyle raporlar hazırlanıp hazırlanmadığını sordum. “Hatırlamıyorum” dedi ama ben onun döneminde Gülen Cemaati’nin devletteki örgütlenmesinin riskli bir aşamaya geldiğini bildiren raporlar hazırlandığını biliyorum. Atasagun, geçmişten günümüze siyasilerin Gülenist bürokrasi ile mücadele sorununun farkına geç vardığını da söyledi.
Aslında devlet, bürokraside Gülenistlerin 1980’lerden beri yoğun biçimde örgütlendiğini başından beri biliyordu. Başta Emniyet olmak üzere pek çok kurumun Gülen Grubu’nun devletteki örgütlenmesiyle ilgili raporları var. 1990’lı yılların başından itibaren Emniyet Genel Müdürlüğü, teşkilattaki paralel kadrolaşmaya ilişkin raporlar, fezlekeler hazırlamış ve ilgili makamlara sunmuştu. Ancak buna rağmen devletteki paralel yapılanmanın önüne geçilemedi.
Bununla birlikte söz konusu raporları okumak paralel devlet meselesini anlamak açısından son derece önemli. Bu raporların bir kısmına Gülenist bürokratları eleştiren kitaplar yazdığı için cezaevine konulan gazeteci Nedim Şener’in 2009’da yazdığı Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen adlı kitaptan ulaşmak mümkün. Şener, yapılanmanın izini devletin hazırladığı raporda sürerken önemli ipuçları yakalamış. Mesela kitabın 66. 67. sayfasında Ö… yani Ömer diye bilinen O. Ö. diyerek paralel yapının emniyet imamı Kozanlı Ömer lakaplı Osman Hilmi Özdil’den söz etmiş.
Atasagun’un, ‘Siyasiler, Gülenist bürokrasiyle mücadelede geç kaldı’ mealindeki yorumuna bir itirazım yok ancak MİT’in de, cemaatin devletteki örgütlenmesini hızlandıran Ergenekon operasyonu sürecinde tarafsız kalması, hatta Ergenekon mahkemesine gönderilen şema ile cemaatin operasyonuna zemin hazırlanması, teşkilatın paralel yapı konusundaki bariz kusurlarından biriydi.
Oysa 2005’ten beri yaşadığımız bütün süreçler, devleti tamamen ele geçirmeye yönelik 2025 planının bir parçasıydı. Türkiye’nin de, malum bir 2023 planı var. Bu durumda ‘devlet versus paralel devlet’ denkleminin paraleline ‘2023 versus 2025’ denklemini de ekleyebiliriz.
CEMAATİN YARI GİZLİ METİNLERİ
Geçtiğimiz günlerde bana ulaşan cemaatin ‘yarı gizli metinleri’, tabana yansıtılan mistik hezeyanlar hakkında önemli ipuçları içeriyor. Gülen’in bir Mesih, Mehdi’ymiş gibi lanse edildiği metinler bunlar. Örneğin Gülen’in hafızası ve zekâsı başlıklı bölümde “Hocafendi kitaplarda adı geçen bütün sahabe efendilerimizi isimleriyle ve hayatlarıyla ezbere bilirmiş. Bir yerde her birisini amcamın oğlu gibi bilirim demiş” ifadeleri yer alıyor. Manevi yönü başlıklı kısımda yer alan Gülen’in özellikleri şöyle sıralanıyor:
“İkindinin sünnetini kaçırdığında iki saat ağlıyor.
Dört yaşında iken Kuran okumayı öğrenmenin hemen ardından bir ay içinde Kuran-ı Kerim’i hatmediyor.
Cami halılarını aşındırmamak için seccade seriyor.”
HUKUK DEVLETİ Mİ, JÜRİSTOKRASİ Mİ?
Aynı metnin ‘orijinal yönü’ başlıklı kısmında ise Gülen’in uyurken Kuran’a, Kâbe’ye doğru ayak uzatmadığı belirtiliyor. Bunlar elbette doğru hassasiyetler. Ama doğduğu köye doğru da uyurken ayak uzatmıyor deniliyor, ki bu doğum yerine de bir kutsiyet atfetme çabasını ele verir nitelikte.
Gülen’in ayrıca ‘kampta sinekleri öldürenlerle bir gün boyunca konuşmadığı’ da belirtilmiş. (Hareketine mensup savcı ve hâkimlerin onca masum insanı cezaevine tıkmasına ‘ses etmezken’ sinek hassasiyeti taşıması samimiyetsizliği ele veriyor.) Gülen, Hanefi Avcı’nın cemaati eleştiren kitabı yayınlandıktan sonra Avcı için “Allah taksiratını affetsin” demiş, Avcı içeri atılınca da tıpkı sinek hikâyesi gibi odasına giren bir arıyı kurtarma hikâyesi anlatmıştı.
Bir diğer kurtarma hikâyesi de yine aynı metnin sonlarında yer alıyor. Buna göre Fethullah Gülen, tuvaletten bir karıncayı kurtarmak için iki saat uğramış!
Cemaat üyelerine dağıtılan yine yarı gizli bir kitapçıkta kendi bürokratlarının sonradan çiğnediği pek çok ilkeden de söz etmiş Gülen. Mesela “Herkes, özel hayatına ve aile mahremiyetine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” diyor. Oysa özel hayatın gizliliğini ihlal, paralel yapının en sık işlediği suç.
Gülen aynı kitapçıkta sık sık hukuk devletinin faziletlerinden bahsediyor ama paralel yapının 2007-13 arasındaki icraatlarına bakınca görüyorsunuz ki Gülen’in hukuk devletinden anladığı da ‘jüristokrasi’den (hâkimler devleti) başka bir şey değil.