Türkiye’nin envanterindeki iki önemli savaş uçağı olan F-16 ve F-4’ler, darbe dönemlerinden sonra alındı ve modernize edildi. F-16’ları Türkiye’ye getirten Tahsin Şahinkaya, düşen F-4’leri modernize ettiren ise Turhan Tayan. İki avcı uçağının öyküsü günümüzde kesişiyor.
Hikâye 1981 yılında başlıyor. 1980’de Bayrak Harekâtı adını verdikleri darbe ile yönetimi ele geçiren generaller, kendilerine “Bizim çocuklar” diyen Amerikalılardan yeni nesil savaş uçağı alımı için ‘Okyanus Ötesi’ ile irtibata geçerler.
Görüşmeleri Türk tarafı adına yöneten isim; Milli Güvenlik Konseyi üyesi, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya’dır. Tıpkı Kenan Evren gibi halen yaşadığı için 12 Eylül Darbesi davasında sanık olan Şahinkaya, kamuoyunun tek haber kaynağı konvansiyonel medyanın tamamen kontrol altında tutulduğu o dönemlerde değil, ama sonradan ‘Dünyanın en zengin 50 generalinden biri’ olarak anılacaktır. Şahinkaya, darbe dönemlerinde devlet kurumlarının siparişleriyle zengin olan Atatürk heykeli imalatçıları gibi darbe sonrası Amerika Birleşik Devletleri ile yapılacak savaş uçağı alımı anlaşmasını bir zenginleşme aracı olarak görmektedir.
Görüşmelerde tek motorlu, ama seri F-16’lar ile çift motorlu, ama o dönemde bile daha az rağbet gören F-18 av/bombardıman uçaklarının alımı gündeme gelir. ABD, yalnızca darbe yönetimiyle değil, sonrasında Kasım 1983 seçimleriyle işbaşına gelen ANAP Hükümeti ile de yakın çalıştığı için görüşmeler devam eder ve sonunda F-16’larda karar kılınır.
Dönemin aktör eskisi ABD Başkanı Ronald Reagan ve Senato’nun onayıyla Şubat 1986’da ilk F-16C tipi uçağın üretimine başlanır. Üretimi, Türk-Amerikan ortaklığı ile Mayıs 1984’te kurulan TAI (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii) üstlenir. TAI’nin hisselerinin yüzde 42’si F-16’nın üreticisi General Dynamics’indir. Toplamda şirketin yüzde 51 sermayesi Türkiye’nin (O kadar olsun), yüzde 49 hisse ise Amerikalılarındır. 11 Ekim 1987’de F-16C tipi uçağın test uçuşu tamamlanır.
ŞAHİNKAYA’NIN PARA HAREKETLERİ
Türk F-16’ları, savaşta ise ilk 1993’te Bosna’daki hava kuvvetleri operasyonunda kullanılır. ABD ile F-16 anlaşmasından sonra Merzifonlu yoksul bir ailenin çocuğu Tahsin Şahinkaya’nın servetinde gözle görülür bir artış yaşanır. Bu yüzden Aralık 1983’te kendi isteğiyle emekli olan Şahinkaya’nın adı, ABD’de General Dynamics tasarımı F-16’ları Lockheed Martin’den alma sürecinde 23 milyon dolarlık bir rüşvet olayına karışır. ABD basını bu rüşvet olayını yazar, ancak rüşvetin kime verildiğini açıklamaz. Bununla birlikte Time Dergisi’nde -ki bu derginin o sayısının Türkiye’ye sokulmadığı bir şehir efsanesi olarak dilden dile dolaşır- Şahinkaya’nın dudak uçuklatan servetinden söz edilen bir haber yayınlanır. (ABD’ninki klasik bir istihbarat taktiği. Kontrol etmek için önce suça bulaştırıyor, sonra da -ismini açıklamadan- “Burada bir suçlu var” diye gözdağı vererek ilgili kişi üzerindeki iktidarını sürdürüyor.) Şahinkaya yıllar sonra yaptığı açıklamada, rüşvet iddiasını yalanlarken, “Millet, verdiği paralarla bizi harekete geçirdi ve en nihayet Genelkurmay Başkanlığı F-16 uçağının alınmasına karar verdi. F-16 sanayisi kuruldu Ankara’da. Ben uçak sanayisinin kurulmasına büyük emeği geçmiş bir insanım. İnsan evladına ihanet eder mi, nankörlük eder mi?” diyordu.
Uçak alımına, hele de uçak sanayiinin kurulmasına kimsenin itirazı yok ama 12 Eylül davasında Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), Evren’le birlikte Tahsin Şahinkaya’nın yakınlarının para hareketlerini inceleyince rüşvet iddialarını destekleyen bulgular elde etti. Evren’in banka hesabında ‘yüksek montanlı’ para hareketleri vardı. Şahinkaya ailesinin ise 14 dairesi, 6 arsası, üç şirket ortaklığı ile bankalarda 676 bin TL nakit parasının bulunduğu ve hesaplarda dikkat çekici para hareketlerinin olduğu bu araştırma ile ortaya çıktı. Şahinkaya’nın adı ayrıca bir dönemin meşhur MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün hazırladığı Birinci MİT Raporu’nda inşaat ve ihale mafyasıyla ilişkili biri olarak da geçiyor. O dönemin MİT’inin asker kontrolünde olduğu düşünülürse konunun, Teşkilat kayıtlarına epey cesur ifadelerle girdiği söylenebilir.
Türkiye savunma sanayiinin sergüzeşti hakkında kritik ipuçları içeren F-16 alım hikâyesine, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 2001’de yazdığı Stratejik Derinlik adlı kitaptan iki ayrı alıntıyı da ekleyelim. Zira bu alıntılar savunma sanayii stratejisi ile doğrudan ilgili. Davutoğlu, kitabın 43. sayfasında şöyle diyor:
“F-16’ların montaj bazında üretimine geçilmesi önemli bir adım olarak değerlendirilebilirse de, gerçek ve kalıcı başarı yerli teknolojik katkı artırılabildiği ölçüde gerçekleşecektir. Bu uçakların modernizasyonu için hâlâ dış desteğe ihtiyaç hisseden Türkiye’nin ithalat yoluyla elde ettiği uçak stokunun modernizasyonu için de sabit ve değişken güç kapasitesi açısından kendisinden çok geride olan ülkelere kendini muhtaç hissetmesi, içinde bulunulan açmazın önemli bir göstergesidir.”
Yine aynı sayfada 1980 öncesi savunma sanayii politikası şu sözlerle değerlendiriliyor:
“Ekonomik kalkınma stratejisi ile savunma stratejisi arasındaki irtibat kalıcı üst stratejik unsurların ürünü olmak zorundadır. Türkiye şu ana kadar bunu yapamamış olmanın sıkıntısını çekmektedir. Seksenli yıllara kadar ithal ikamesine dayalı kalkınma stratejisini benimseyen Türkiye, bu strateji ile uyumlu savunma sanayii geliştirememiştir. Türkiye’nin böyle bir irtibat kuramamış olması dolayısıyla 1974 Barış Harekâtı sürecinde Kıbrıs konusunda büyük sıkıntılar yaşaması da edilgen ve tepkici stratejik yapılanmanın bir sonucudur. Yine de bu zorunluluklar, ekonomik ve teknolojik kapasite ile savunma yapılanması arasındaki yakın ilişkinin fark edilmiş olması açısından önemli katkılarda bulunmuştur.”
F-4’LERİN ŞAİBELİ MODERNİZASYONU
Burada bir virgül koyalım ve gelelim hikâyenin, geçtiğimiz günlerde altı pilotumuzun şehit olduğu iki ayrı uçak kazası ile gündeme gelen F-4’ler ve RF-4E’lerle ilgili boyutuna… (Bu kazalardan sonra 8 adet RF-4E jübile uçuşu ile emekli oldu. TSK envanterinde bulunan 47 modernize edilmiş F-4 bombardıman uçağı ise 2020 senesine kadar kullanılacak. ABD ise bu uçakların eski versiyonlarını Vietnam Savaşı’nda yoğun olarak kullandı, bu uçaklar son olarak Körfez Savaşı operasyonlarına katıldı ve 1996 yılında emekli edildi.) İlk hikâye, hazırlığı 1980 darbesi öncesine dayanan bir projeyi kapsıyordu, ikinci hikâye ise 28 Şubat postmodern darbesinin hemen öncesinde, 1995 yılında başlıyor.
28 Şubat’ın katı laikçi anlayışını en iyi yansıtan simalardan biri olan (Bu anlamda yüzü, Önder Sav’ın bir büstü andıran yüzüyle karşılaştırılabilir) eski Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, savunma bakanlığı döneminde F-4’lerin modernizasyonu sürecinde önemli rol oynuyor. Uçakların modernizasyonunu, şimdi düşman değilse bile rakip ülke statüsündeki eski sıkı partner İsrail yapıyor. Geçmişte devlette uzun süre görev yapmış bir üst düzey bürokratın verdiği bilgiye göre sadece Tayan’ın değil, bu işle memur edilen işadamı Mehmet Üstünkaya’nın da çok sayıda İsrail seyahati var o dönemde. Adı Susurluk sürecinde ‘Çiller’in yalı komşusu’na çıkan Üstünkaya’nın, bu işleri komisyon adı altında rüşvetle takip ettiğine ilişkin iddialar da cabası… F-4’lerin o dönemde modernize edilme hikâyesiyle ilgili de bu tür şaibeler bulunuyor. Malatya ve Konya’da meydana gelen son iki kazanın pilotaj hatasından kaynaklandığı yönünde bilgiler var. Uzmanlara göre pilotlar, üzerinde uçtukları arazinin engebelerini iyi değerlendirememeleri sonucunda yere çarpıyorlar. Bir diğer seçenek de şu: Uçak, limiti üzerinde manevra yapmaya zorlanınca havada tutunamayıp düşüyor.
RF-4E tipi savaş uçağının Malatya ve Konya’daki kazalardan önce Haziran 2012’de Suriye tarafından Rus füzeleriyle düşürüldüğünü de anımsatalım. O uçak, Gölbaşı Elektronik Sistemler’in (GES) MİT’e devredilmesinden sonra Sinyal İstihbarat Başkanlığı’nın geliştirdiği mobil radarın test edilmesinde kullanılmıştı. Bu olaydan sonra iki şehit pilotun ailesinin avukatlığını üstlenen Mehmet Katar, uçağın görev tanımı ile ilgili kozmik bilgiler vermişti:
“MİT, elektronik istihbarat toplama kabiliyetinin artırılması çalışmaları kapsamında ‘ELINT’ (Electronical Intelligence) adı verilen bir sistem geliştirmiştir. İçinde şehit pilotların bulunduğu RF-4, bu sistem kapsamında bir uçuşu gerçekleştirmek için havalanmış ve olay meydana gelmiştir. Keşif uçağının uçacağı koordinatlar MİT yetkililerince ısrarla 173. Filo’dan istenmiştir ve bu yetkililer filoya, keşif uçağının alçak irtifada uçurulması talimatını vermiştir. 173. Filo görevlilerinin karşı çıkmasına rağmen koordinatlar MİT’e ulaştırılmıştır.” Bu bilgilerin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilinmez ama geçmişte Hava Kuvvetleri’nde görev yapan Katar’ın bu güncel bilgilere, Paralel Devlet Yapılanması’nın doğrudan veya dolaylı yardımı ile ulaştığına ilişkin karineler var.
HAVA KUVVETLERİ’NDEKİ SUBAY TASFİYESİ
28 Şubat sürecinde İsrail tarafından modernize edilen F-4’ler geçtiğimiz hafta düşünce de her zaman olduğu gibi “Kaza mı, sabotaj mı?” sorusu gündeme geldi. Komploya hiç prim vermeseniz, kazaların pilotaj hatasından kaynaklandığını kabul etseniz bile (Muhtemelen de öyle) Balyoz operasyonu başta olmak üzere Hava Kuvvetleri’nin nitelikli personelinin cemaat kumpaslarıyla ordudan tasfiye edilmesi meselesi gündeme geliyor, ki bu başka bir yazının konusu. Sadece şu kadarını söyleyelim: 2010-2014 yılları arasında Paralel Devlet’in şerrinden kaçmak için 824 pilot Hava Kuvvetleri’nden istifa etti. Emekli Hava Pilot Kurmay Albay Osman Başıbüyük, bu tasfiyenin savaştaki muhtemelen kayıplardan bile fazla olduğunu söylüyor. Yani eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un deyişiyle orduya yönelik ‘asimetrik savaş’ın dolaylı sonuçlarını bu kazalarda da görüyoruz.
Gerçi Muharip Hava Kuvveti ve Füze Savunma Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Eskişehir’de gazetecilere yaptığı açıklamada ayrılan pilotlara ilişkin farklı bir sayı verdi ve pilot yetersizliği iddialarını şu sözlerle yalanladı:
“Hava Kuvvetleri eğitimsiz, tecrübesiz, lidersiz kaldı gibi çok yorumlar duyduk. Son 5 yılda bizden ayrılan pilot sayısı toplam 567. Öyle 800, 900, 1000 değil. Bunların 193’ü zaten emekli durumuna gelmişti. Ayrılmalar neticesinde bin 280 olan rakam, bugün bin 300 civarında. Yani bizim pilot eğitim sistemimiz bunu doldurdu. Bizim pilotlarımızın yüzde 80’i öğretmendir.”
TSK’dan ne kadrolar geldi geçti, bu geçiş süreci de o veya bu şekilde aşılacaktır. Önemli olan, bundan sonra ülkeyi cuntaların yönetmesine izin vermemek olduğu gibi sadece işini yapan nitelikli askerlerin tasfiyesine de mani olmak.
Yerimiz dar, fazla uzatmayalım. 1925 doğumlu Tahsin Şahinkaya halen yaşıyor, 90 yaşında. Tıpkı Evren gibi uzun yaşamasının ilahi manada esbabı mucibesi de bütün bunların tartışıldığını görmektir belki. Turhan Tayan da, Allah uzun ömür versin, halen hayatta. Şahinkaya, hafızasının iyiden iyiye zayıflamış olmasına sığınabilir ama Tayan’ın, F-4’lerin modernizasyonu bağlamında savunma sanayiinde dışa bağımlılık meselesine dair söyleyecek çok şeyi vardır. Medyaya konuşmasa bile en azından anılarını yazarsa -kim bilir belki de yazıyordur- okur, istifade ederiz.