Sene 2008’di. Herkesin, her türlü sıkıntıyı “Ergenekon Terör Örgütü”ne yükleyip, aradan sıyrıldığı günlerdi.
O gece de aynısı oldu. Mehmet Acet’in Ülke TV’deki “Gazeteciler Programı”nda herkes Ergenekon’a yükleniyordu. Neredeyse sokaktaki trafik düzenine kadar hangi problem varsa Ergenekon’un işiydi!
Dayanamayıp, “Ergenekon, Ergenekon, diyorsunuz da… Ergenekon, doğrularla yanlışların karışımı” değerlendirmesini yaptım.
Sen misin bunu diyen?..
Ağır makineli tüfek saldırısı gibi bir atışla karşılaştım. “Çete, çete” diyorlardı. Hatta üstü kapalı olarak beni “Çeteye destek vermekle” suçluyorlardı!
Yine dayanamadım, “Çete mi?” dedim:
-O zaman Türkiye’de bir çeteler savaşı var.
Olacak iş değildi. Onların biat ettikleri, attığı her adımını alkışladıkları ve “kutsal” gördükleri bir yapıya dil uzatmıştım.
Saldırılar devam etti.
Yetmezdi, bunun bir de bedeli olmalıydı. Aradan kısa bir süre geçti; çalıştığım gazetedeki işime de son verildi.
Çok da tın!
Ama bu kadarla kalmadı. Tazminatımı alamadım. Çünkü operasyonun taşlarını aylar önceden döşemişlerdi. Hukuka aykırı olarak aldığım aylığı düşürmüşlerdi. Tazminatı da o miktar üzerinden hesaplayıp “kul hakkına” tecavüz etmişlerdi.
Önüme komik bir miktar koyup o tazminatı kabul etmemi istiyorlar ve dayatıyorlardı. “Olmaz” dedim, mahkemeye gittim, hakkımı söke söke aldım.
Bu da olacak iş değildi! Herkesin onlardan ürküp çekindiği, kimsenin “gözünün üstünde kaşın var” bile diyemediği bir dönemde, adamın biri çıkıp karşılarına dikilmişti.
Bunun da bir bedeli olmalıydı!
O bedel, TRT’de yaptığım “İnce Çizgi Programı” sırasında ödetilmeye çalışıldı. Akla hayale gelmeyecek engellemeler yapıldı. Şeytanın bile düşünemeyeceği ayak oyunları sergilendi.
* * *
İyi tanıyordum artık onları. Her türlü iftirayı atabilirlerdi. Suret-i Hak’tan görünerek bir “çamur siyaseti” yürütüyorlar, algı operasyonlarıyla kamuoyunu diledikleri gibi yönlendiriyorlardı.
Nihayet, dershaneler ile ilgili tartışmada yüzlerindeki maskeler kaydı; 17-25 Aralık operasyonları sırasında da tamamen düştü.
Ben ise, mücadelemi sürdürdüm. Gerçek yüzlerini ortaya koymaya çalıştım. Konuştum, yazdım…
Onlar da saldırılarını sürdürdüler…
Hakkımda çeşitli suç duyurularında bulundular. Susturmaya, bezdirmeye ve baskılamaya çalıştılar. Tabii ki Türkiye artık eski Türkiye değildi. Savcılıklardan peş peşe takipsizlik kararları geldi.
Doğal olarak ben de onlar gibi yasal haklarımı kullandım. “İftiraya uğradığımı” söyleyerek, suç duyurusunda bulundum. Üstelik “haklı” görüldüm. Fethullah Gülen hakkında “iftira” suçundan dava açıldı. Ben “müşteki”, Fethullah Gülen ise “sanık” oldu. Bir yıldan dört yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor.
Bu kadarla kalmadı, “kutsadıkları” isimlerle ilgili yazılar yazdım. Gerçek yüzlerini ortaya koymaya çalıştım.
Tabii, bunun da bir bedeli olmalıydı. Şimdi akıllarınca bu bedeli ödetmeye çalışıyorlar!
* * *
Bir saldırı bekliyordum ama itiraf etmeliyim ki bu kadar kirli bir çamurla karşılayacağımı ummuyordum.
Hakkımda iğrenç iftiralar uydurup, tek kelimesi dahi doğru olmayan yazılar yazarak, artık alışık olduğumuz yeni bir itibar saldırısının altına imza attılar.
Yargıya gittim. O çirkinliklere cevap bile vermeye gerek görmüyorum. Yargıda hesap soracağım.
Şimdi, geçmişte Tahşiyeciler gibi davalarda düzmece iftiralarla yargılanan insanların hangi duygular içinde olduklarını çok iyi anlıyorum. Hiç ilgisi olmadığı halde İBDA-C terör örgütü üyesi olmakla suçlanarak telefonları dinlenenlerin neler hissettiğini tahmin edebiliyorum.
Türkiye ucuz kurtulmuş! Bu Paralel Yapı ile mücadele eden herkese Allah güç versin.