Paralel devlet özellikle son yedi yılda büyük istihbari suçlar işledi. Kendi ülkesi aleyhine casusluk ve vatana ihanet gibi suçların ‘kuzu postunda kurt’ gibi aldatıcı biçimlere büründüğünü gördük. Bu, postmodern casusluktu.
Postmodernizm çağının gerekleri doğrultusunda (Post-post modernizm çağına da bir türlü geçemedik) her şeyin melezleştiği günümüzde yabancı ülkelere casusluk ve vatana ihanet gibi kavramların da ‘ara formlara’ büründüğünü görüyoruz. Kavramlar ve olguları ayıran çizgilerin belirsizleştiği bu atmosferde gerçeği tespit etmek bir dedektif titizliğiyle çalışmayı gerektiriyor.
Bugün Üç Boyutlu Portre’de paralel devlet olduğu artık toplumun kahir ekseriyetince kabul edilen yapılanmanın yurtdışında nasıl örgütlenip Türkiye aleyhine faaliyet gösterdiğini anlatacağız ve bunu yaparken bahse konu silik çizgileri casusluk ve ihanet kavramları ekseninde net bir biçimde görüp göstermeye de çalışacağız.
Geçtiğimiz Perşembe gecesi A Haber’de Banu El’in sunduğu Aklın Yolu programında sadece bir kısmını açıkladığım bu bilgiler, farklı üç konunun kapsama alanına giriyor. (Programda geçen yıl Silivri Cezaevi’nde İlker Başbuğ’a suikast girişimi şüphesi doğuran bir hadisenin yaşandığından da bahsettik. Muhatapları, istenirse ilgili makamlara ve medyaya konuyla ilgili en doğru açıklamaları yapacaklardır.)
Yazıda -detaylar hariç- işleyeceğimiz üç konudan ilkiyle başlayalım: Paralel devletin etkinleşmeye başladığı süreçten sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki kimi rütbeli polisler ABD başta olmak üzere yurtdışına eğitime gönderilmeye başlandı. Eğitime gönderilecek isimleri belirleyen Dış İlişkiler Daire Başkanlığı’nı paralel yapıya yakınlığı öteden beri bilinen bir polis şefi yönetiyordu. Bu polis şefinin adı Recep Gültekin. Yurtdışına gidecek personel seçilirken sınavlarda alınan notlar da pek belirleyici olmadı. Çünkü gönderilecek isimler paralel yapı tarafından aşağı yukarı belirlenmişti. Son dönemde bu usulle 40 civarında polis yurtdışına eğitime gitti.
Bu makamda görev yapacak Emniyet personeli 9 ay, 1 yıl gibi sürelerle geçici görevlendirmeyle çeşitli ülkelere gönderildi. Ataşeler üçlü kararname ile atanırken bu kişiler sınav sonrası Emniyet Genel Müdürlüğü’nün inisiyatifinde görevlendirilebiliyor. Daha çok da Avrupa ülkelerine gidiyorlar. İş parasal açıdan da cazip bir iş.
Geçmişte ordunun daha etkin olduğu dönemlerde askeri ataşelik Türkiye’nin dış misyonları açısından en önemli makamlardan biriydi. Şimdilerdeyse Emniyet’in paralel yapı üzerinden güçlenmesi ya da daha doğrusu paralel yapının emniyet üzerinden güçlenmesi sürecinde emniyet ataşelerinin sayısı çoğaldı ve ataşe yardımcıları görevlendirildi. Paralel yapı, devletin imkânlarını kullanarak bu alandaki etkinliğini genişletti. Maalesef bir dönem devlet de buna göz yumdu.
Devletin yurt dışı eğitim imkânlarını eskiden daha ziyade Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) personeli kullanıyordu. Bu, Emniyet için pek alışageldik bir durum değildi. Belli ki ABD, Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde kendine yakın bir kadrolaşma oluşturmaya çalışırken eğitim faktörünü her zaman kullandı. Hatta yurtdışına eğitime giden MİT yöneticilerinden biri bana ABD’de gazetelerin burç köşesi kullanılarak yürütülmüş müthiş bir istihbarat operasyonunu anlatmıştı ama bu hikâyeyi bir başka yazıya bırakalım ve konumuza dönelim:
Yurtdışına gönderilmek üzere özel olarak seçilen polisler, Türkiye’nin yumuşak karnı olan Kürt sorunu, PKK, etnik ve mezhepsel gruplar konularıyla ilgili ve dahi devletin bizatihi kendi kurumlarıyla alakalı bilgilere vakıf kimselerdi. Hatta bu konulara ilişkin raporlar, yani devletin mahrem sırları da ellerindeydi. Bu bilgileri master ve doktora tezlerinde kullandılar. Burada -bir cümle ile özetlersek- kara paranın aklanması sürecinde olduğu gibi şöyle bir süreç işledi: Bilgi, Türkiye devletinin arşivinden (yeraltından) yurtdışında yer üstüne (kamuya kısmen açık kanallara) çıktı ve ardından yabancı gizli servislerin arşivine, yani yine yeraltına indi.
Nasıl ki kara propaganda tıpkı kara paranın yıkanıp dolaşıma girmesi gibi önce gizli servis bağlantısı bilinen sözgelimi Mossad’a yakınlığı malum DEBKAfile gibi bir siteye veriliyor, sonra buradan daha merkezi sitelere, oradan da hatta muhalif sitelere geçiyorsa burada da bilgi kapalıdan açığa ve sonra yine kapalıya doğru ilerleyen bir akışa konu oldu.
Ben buna postmodern casusluk diyorum. Bu tür casusluk, farkında olarak veya olmayarak ülkesine ihanet etmeyi gerektiriyor. Elbette kişi yaptığının farkındadır ama günümüz koşullarında bunun ihanet olarak nitelendirilmeyeceğini düşünecek kadar kendini haklı çıkaracak argümanlara da sahiptir. Gelgelelim bu, ‘öz gerçeği’ değiştirmez.
Nasıl ki postmodern de olsa darbe, darbe ise başka ülke lehine casusluk da postmodern de olsa casusluktur.
GAUCK’A KİM SUFLE VERDİ?
Postmodern casusluğun bir başka veçhesine bakalım. Emniyet’te yakın geçmişte ihdas edilmiş ilginç bir makam var: Emniyet ataşe yardımcılığı. Bu makam, paralel yapılanmanın yurtdışında serpilmesi için mümbit bir ortam sağladı. Bu sayede paralel polisler, ABD ve Avrupa’dan başlayarak önemli ülkelerde lobi faaliyetlerinde bulunabildiler.
Kimi ataşe yardımcılarının postmodern casusluğa nasıl bulaştığını da somut bir örnekle açıklayayım: Davetli olarak geldiği Ankara’da Türkiye aleyhtarı söylemleriyle gündeme gelen Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’ın bu tür söylemlere girmesinde yurtdışında yapılan lobi faaliyetlerinin etkisi var.
“Gauck’ın söylemlerine hammadde teşkil eden bilgiler, istihbaratlar hangi kanaldan geldi?” sorusunun cevabı önemli. İşte kimi ataşe yardımcıları bu tür bilgilerin dolaşıma sokulmasında önemli bir kaynaktı. Bu ataşe yardımcılarının yabancı meslektaşlarına, Sivil Toplum Kuruluşu (STK) temsilcilerine verdikleri bilgiler Türkiye aleyhine kullanılıyor. Bu da rakip ülke lehine melez espiyonaj faaliyetidir.
AYRINTIDAKİ GİZLİ ŞEYTAN
Paralel devletle ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesinde yürüyen soruşturmanın darbeye teşebbüsün yanı sıra casusluk suçunu da kapsadığı düşünülürse paralellerin işlediği istihbari suçların nasıl tezahür ettiğinin iyi incelenmesi gerekir. Bu iki suç dışında illegal telefon dinleme, özel hayatın gizliliğini ihlal ve sahte delil üretme gibi suçlar da bulunuyor.
Tabii bir de başkasının işlediği suçu şantaj unsuru olarak kullanıp suç işleme de var. Buna bir örnek vereyim: Şimdi paralel yapıya pek uzak durmayan bir medya patronunun faili meçhullerle ilgili soruşturmaya dâhil edilip edilmemesi konusunda yaşanan bir şantaj vakası söz konusu: 2001’de öldürülen işadamı Üzeyir Garih’in katilinin, firari iken o dönemde bu medya patronuna ait spor kulübünde bir gece saklandığı bilgisi var. Malum, şeytan ayrıntıda gizlidir, önemli bir ayrıntıya dair şu soru da zihninizin bir yerinde saklı kalsın:
Dosyada yer alan bu saklanma bilgisi paralel yapı tarafından kullanıldı mı, kullanılmadı mı?
Neticede paralel devletin işlediği bütün suçlar, Ergenekon sürecinde yaşanan ihlal, haksızlık ve aksaklıkların tekerrür etmemesi için doğru biçimde belirlenmeli. Bir başka deyişle soruşturma/dava cemaatin Ergenekon sürecinde yaptığı gibi bir cadı avına dönüşmeden yürütülmeli.
KUZU POSTUNDA GİZLENEN KURT
Buraya bir nokta koyup devlet-paralel devlet savaşının derinlerde devam ettiğini gösteren şu bilgilerle devam edelim:
Paralel devletle mücadele amacıyla yapılan önemli araştırma ve sorgulamaları, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı Bilgi İşlem Şubesi’nde bulunan kimi paralel polislerin gördüğü ve bu konuda istihbari önlemler aldığı yönünde bilgiler var. Bundan şekvacı olanlar da Emniyet’te paralel devletle mücadele amacı güden polisler.
Bu da gösteriyor ki, 12 Şubat 2012’de yazdığımız devlet içindeki son savaş, yani Armageddon devam ediyor. Savaşın adı da daha o zamandan beri devlet-paralel devlet savaşıdır. Aslında kökleri de 2010, hatta biraz derinlemesine bakarsanız bence 2005 senesine kadar gider.
Bu savaş, her iki taraf açısından da bir ölüm kalım savaşıdır. Devlet, kazanmalıdır ve kazanacaktır. Tabii burada asıl devletin kim olduğu sorusu da önem kazanıyor. Türkiye devletini ve devlet teorisi denilen şeyi kabaca bilmek bunu anlamaya yardımcı olabilir. Buna göre benim, soyuttan somuta, tümelden tikele yetki hiyerarşisinden anladığımın özü şu: Tanrı-zaman-tarih-devlet-lider. Lider de elbette milletin tercih ettiği kişidir.
“Devlet bizim gördüğümüzse paralel devlet neydi ve ne yaptı?” sorusunun yanıtını kısmen bu yazıda okudunuz. Doğrusu farkında olarak veya olmayarak büyük istihbari suçlar işlediler. Kendi ülkesi aleyhine casusluk ve vatana ihanet gibi suçların ‘kuzu postunda kurt’ gibi aldatıcı biçimlere büründüğünü gördük. Ve kurt, kuzu postunun bir kısmı yırtılsa da hâlâ aramızda dolaşıyor.