Son tartışmalar, korkuyla karışık bir saygı duyulan paralel devlet hayalinin kurucu lideri Fethullah Gülen’i beddua, ananas, saray gibi sembollerle karikatürize edilen bir karaktere dönüştürdü.
“Yüzünün hararetinden olsa gerek o soğukta bile donmayan gözyaşlarıyla bir maestro gibi elini kolunu şevkle sallayarak vaaz veren imamı huşu içinde dinleyen talebeler vardı Boğaz’ın üzerinde.”
Yukarıdaki satırlar, 2006 yılında yazımına başlayıp 2009’da tamamladığım, ancak iki yıl gecikmeyle 2011 senesinde bastırabildiğim Kötü Roman adlı romanımdan tek cümlelik bir alıntı.
İstanbul Boğazı’nın buz tuttuğu bir rüyanın anlatıldığı romanın dördüncü bölümünde Türkiye’nin alametifarikalarını sıralarken Fethullah Gülen’i simgeleyen bir imam karakterden söz etmemek olmazdı.
Gülen, 1966 senesinde İzmir’in Kestanepazarı semtinden başlayarak Türkiye’nin çeşitli yerlerinde verdiği bu tür şevk dolu vaazlarla hizmet, cemaat, camia ya da Gülen Hareketi adı verilen ekonomik, sosyal ve politik örgütlenmeyi kurup geliştirdi.
Bu gelişim, kendi ifadesiyle -ki bu ifade, bir kitabında isim olarak da kullanılmıştır- çekirdekten çınara kırk yıllık bir evrime tekabül eder. Gelgelelim öteden beri gizli örgütlenmeyi seçmiş hareketin başlangıcındaki yanlışlıklar -ki yanlışlar zaten başlangıçla ilgilidir- bugün Türkiye devletini ve toplumunu da etkileyen sorunların da kaynağı.
Bu sorunlar etrafında kümelenen tartışmalar, korkuyla karışık saygı duyulan Fethullah Gülen’i, paralel devlet hayalinin kurucu lideriyken beddua, ananas, saray gibi sembollerle karikatürize edilen bir karaktere dönüştürdü. Kırk yıllık esrar; o sanal/hologramsı gizemin ardındaki hakikati bilenler açısından değilse de bilmeyenler açısından yine gizemli bir biçimde yitip gitti.
George Orwell’ın Papazın Kızı adlı romanından mülhem, bir şeye inanmak kadar inanmaktan vazgeçmenin de gizemli olması gibi Gülen Hareketi’nin müntesibi olmasa da ona saygı duyanlar (Ben kendimi devletteki örgütlenmesinden ötürü cemaatin niyetlerine başından beri şüpheyle bakanlar kısmında konumlandırdım.) nezdinde’ Hocaefendi imajı’ etrafında şekillenmiş doğal veya zoraki itibarın esrarlı bir biçimde sona erdiği söylenebilir.
‘HİZMET’TEN ‘ANANAS’A BİR TUHAF EVRİM
Üç Boyutlu Portre’nin bu haftaki konuğu, ‘ananas’lı telefon konuşmalarından sonra ‘tweetleri ikiye katlamayı’ tavsiye eden ‘peygamberli rüya’nın bahsinin geçtiği telefon konuşmalarıyla gündeme gelen Fethullah Gülen.
Portre için Fethullah Gülen’in web sitesindeki -kimi yerde söylencelerle süslenmiş- özgeçmişinden yararlandım. Oradan bazı maddi bilgiler aktaralım:
Fethullah Gülen, resmi nüfus kaydına göre 27 Nisan 1941’de, Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesine bağlı Korucuk köyünde doğdu. Nüfusa kaydı ile ilgili -değinmeden geçemeyeceğim- enteresan bir detay var.
Babasının, ismini ‘Muhammed Fethullah’ olarak koyduğu Fethullah Gülen’in isminin ‘Muhammed’ yazılmadan nüfusa kaydedildiği söyleniyor. Yani Fethullah Gülen’in ön adı nüfus kayıtlarında Muhammed olarak geçmiyor ama kendisi o ön adının Muhammed olduğunu söylüyor.
1945’te Kur’an öğrenmeye başlayan Gülen 1946’da ilkokula başlamış. Ancak ilkokul eğitimini yarıda bırakmış ve ilkokulu sonra dışarıdan tamamlamış. İlkokulu bile dışarıdan bitirmiş, hiç evlenmemiş birinin eğitime ve ‘altın nesil’ projesine özel önem vermiş biri olmasını Freud’un yüceltme teorisi açısından incelemek ilginç sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bu tür bilimsel araştırmalar, Gülen’i önder olarak gören taraftarları veya düşman olarak gören karşıtlarının kitap ve makaleleri bir kenara bırakılırsa yapılmadı.
İlk vaazını 14 yaşında veren Fethullah Gülen, 1959’da Erzurum’dan Edirne’ye göç etti. 6 Ağustos 1959’da Üçşerefeli Cami ikinci imamlığına tayin edildi. İki buçuk sene Üçşerefeli Cami’nin bir penceresinde kaldığı rivayet ediliyor.
VATAN YAHUT EVLİLİK
Bu camide görev yaparken evlenmektense kendini İslami hizmetlere vakfetmenin yararlı olacağına karar verdiğini Gülen’in kendisi söylüyor. Bu nedenle Gülen, 27 Mayıs darbesinden sadece iki ay önce, üstelik kız tarafından gelen bir evlilik teklifini geri çevirmiş.
Edirne’den kısa bir süre Kırklareli’nde çalışan Gülen 1 Mart 1966’da İzmir’e tayin oldu. Gülen Hareketi’nin tohumlarını da bu şehirde Kestanepazarı Derneği Kur’an kursunda gönüllü öğreticilik ve belletmenlik yapmaya başlayarak attı.
12 Mart 1971 Muhtırası’ndan bir süre sonra tutuklandı. Altı ay hapis yattı, sonra tahliye oldu. Bir süre Manisa’da görev yaptıktan sonra tekrar İzmir’e döndü. Hizmet Hareketi İzmir’de güçlü olduğu için tayinini İzmir’e istemişti. Malum, çınar, tohumun ilk ekildiği yerde büyüyecek ya!
Hoca, bu kez İzmir Bornova’ya geldi ve burada 12 Eylül 1980 İhtilâli’ne kadar vaaz verdi. Arada İstanbul’a gelip İstanbul’un meşhur camilerinde vaaz verdiği de oldu. Ama İstanbul’da asıl vaazını, daha geç bir tarihte 13 Ocak 1989’da verecektir. Aradaki İstanbul vaazlarının dinleyicileri arasında MİT’in bilgisini sakladığı 12 Mart Muhtırası’nı İran Şahı’ndan haber alan dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile darbeyi bildirdiği Başbakan Süleyman Demirel de vardı.
Hoca, 1979’da hareketin medyadaki ilk göz ağrısı olan Sızıntı Dergisi’nde yazılar yazmaya başladı. Hareket de bu derginin adından ilhamla bilhassa devlet kadrolarına yerleşmede hep sızma taktiğini uygulayacak ve giderek sızma eylemi âdeta hareketin genetik koduna işleyecektir.
Fethullah Gülen, 1980’de geleceğin Başbakanı Turgut Özal’la da görüştü. Siyasilerle başından beri arasının iyi olması şayan-ı dikkattir. Gülen’le iyi ilişkiler kurmayı siyasilere tavsiye eden güç de kuvvetle muhtemel ABD idi.
Nitekim Gülen Hareketi’nin önü, ABD’nin Ilımlı İslam projesini destekleme stratejisinden ötürü 1980 darbesinden sonra iyice açılmıştır. O dönemde yapılan ekonomik, sosyal ve siyasi yatırımlar 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında meyvelerini vermeye başlar. Kasım 1986’da Zaman Gazetesi, Haziran 1994’te Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kurulur.
ÖCALAN GELDİ, GÜLEN GİTTİ
Fethullah Gülen cemaati 28 Şubat darbesinden en olumsuz etkilenen dini cemaat değil elbette ama Hoca darbeden sonra hakkında davalar açılınca 1999’da ABD’ye gitti.
Ankara DGM Savcılığı’nca Gülen hakkında 2000 yılında tutuklama talep edildi. Mahkeme bu isteği reddetti. Ancak başka girişimler sonucu Gülen hakkında ‘anayasal sistemi değiştirerek yerine İslami esaslara dayalı devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu’ iddiasıyla 10 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Davada şartlı salıverme ve cezanın ertelenmesi kararı verildi.
Gülen’in, aralarında Prizma serisi, Fasıldan Fasıla serisi, Çekirdekten Çınara gibi eserlerin de bulunduğu 50’yi aşkın kitabı, çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri ve vaazları var.
Cemaat müntesiplerine, Gülen’in kendi kitapları dışında kitap önerilmesi pek nadir rastlanılan bir şey. Bu konuda ilginç bir örnek var: ABD’ye Fethullah Gülen’in yanına gidip gelen bir işadamı, masasının üstünde ters çevrilmiş halde bir kitap bulunduruyormuş. Bu kitabı gören kişi “Hangi kitap?” diye sormuş. İşadamı da eski CIA ajanı Graham Fuller’e ait olan bu kitabın Hocaefendi’nin tavsiyesi olduğunu söylemiş. Fuller’in, FBI’ın, Greed Card verilmesine muhalefet ettiği Hoca’ya referans olduğu düşünülürse kitabının müntesiplere tavsiye edilmiş olması mantıklı.
Belki de cemaat, kendisinden farklı olarak doğrudan devlet desteğiyle büyütülen (cemaat dolaylı devlet desteğiyle büyütüldü) İttihat ve Terakki ve Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) gibi devlet örgütlerinin bir süre sonra yer altı mücadelesini yeryüzüne taşıması gibi çoktan siyasi, legal alana kendini taşımalıydı.
Geçtiğimiz günlerde “Hoca ABD’de tutuklu gibi görülmeli. Yani bu oyunu kurup oynayan ABD,” cümlelerini eski bir MİT yetkilisinden işittim. 1999’da bir film repliğini andıran “Memlekete hoş geldin” cümlesiyle karşılanan Abdullah Öcalan’ın da “Beni 1999’da Türkiye’ye verdiler, Gülen’i aldılar,” mealinde bir fikir ortaya attığı düşünülürse oyun kurucunun ABD olduğunu söylemek komplo değil.
Fethullah Gülen’in kişisel becerileri, cemaat denilen devasa, gayrişeffaf ve esrarlı yapılanmanın doğup büyümesinde, bugünlere gelmesinde en önemli faktör. Ancak hareketin çocukluk, gençlik ve yetişkinlik evreleri ayrı ayrı incelendiğinde en şaibeli ve başarısız evrenin yetişkinlik evresi olduğu söylenebilir. Tek bir insanın hikâyesi gibidir bu. Doğumdan ölüme, çocukluktan yetişkinliğe her adımda bir parça kirlenen her insanın hikâyesi gibi…
FETHULLAH GÜLEN-HANEFİ AVCI GÖRÜŞMESİ
Fethullah Gülen’in ABD’ye gitmesinden bir süre önce yaşanmış ilginç bir olayı ilk kez aktarayım: Cemaati eleştiren bir kitap yazdığı için üç yılı aşkın bir süredir cezaevinde olan eski emniyet müdürü Hanefi Avcı, aracılar vasıtasıyla Fethullah Gülen ile Altunizade’de bir görüşme yapmış. Avcı, cemaatten bir sürü polisi yetiştirmiş bir polis şefi olduğu için onu Hoca’yla görüştürmek istemişler. Hanefi Avcı, mutlak saygı hatta itaat bekleyen Gülen’in karşısına çıkınca devletin işleyişiyle ilgili fikirler ortaya atmış, hatta Hoca’ya tavsiyelerde bulunmuş. Gülen de buna bozulmuş. Aracılar da zor durumda kalmış ve Avcı’nın çevresine şunu söylemişler: “Hocaefendi çok rahatsız oldu, başkası olsa kovardı.”
Bu bilgiyi Hanefi Avcı’nın avukatı Fidel Okan’a da sordum. O da Hanefi Bey’le konuşmuş. Avcı, benim 28 Şubat sürecinde Altunizade’de gerçekleştiğini duyduğum görüşmeyi doğrulamıyor. Daha eskiden görüşmüşler. Bu önemli notu da eklemiş olayım.
Yine bir bilgiyi ilk kez paylaşayım: Cemaate yakınlığıyla bilinen işadamı İhsan Kalkavan yakın bir geçmişte Azeri kökenli işadamı Mübariz Mansimov’u Fethullah Gülen’e götürmüş. Mansimov’un cemaatin ‘altın çocuk’larından olan bir il emniyet müdürünü Bakü’de ağırladığını da yeri gelmişken söyleyelim. Ayrıca Kozanlı Ömer lakabıyla bilinen kişinin yine cemaate yakın bir işadamının özel uçağıyla yurtdışına gittiği ve gittiği ülkeye girerken kendi pasaportundan başka pasaport kullandığı iddiası da var.
CEMAAT-TAPINAKÇILAR BENZERLİĞİ
Cemaatin paralel devlet yapılanmasının tarihteki en iyi örneği olan Tapınak Şövalyeleri’yle benzerliğine geçen haftaki yazımda bir cümle ile değinmiştim. Bu benzerliği biraz açmakta fayda var:
Bağış (himmet) adı altında vergilendirme ile ekonomik güç elde etme, önce devlet tarafından desteklenip sonra onun denetiminden çıkma ilk anda söylenebilecek benzerlikler. Ama en çok da devlet, ülke çıkarından çok cemaat çıkarı için çalışma geleneği ile benzeşiyorlar.
Tapınakçılar, tarikatın kuruluşundan 40 yıl sonra 1150’lerde Ascalon kuşatmasında şehrin surlarından içeri girince kendilerinden başka kimseyi içeri almadılar ve kazancı paylaşmadılar. Bu olay, hem kilise/devlet, hem de Hıristiyan toplum nezdinde Tapınakçılara yönelik güvensizliğin miladı kabul edilir. Bu güvensizlik zamanla Tapınakçılara karşı büyük bir muhalefet dalgası oluşturdu. Aristokrasi ve krallığın gücü ile organize olan bu muhalefet dalgası, Tapınakçılar’ın, 13. yüzyılda kuruluşlarından 200 yıl sonra tasfiye edilmelerine vesile oldu.
Bugün de cemaate karşı da 2007’den beri organize olmadığı halde (Belki de muhalefet gücünü buradan alıyordu) çığ gibi büyüyen bir muhalefet dalgasının oluştuğunu görmek için çok zeki olmaya gerek yok. Bunu en başta da ‘cemaat yöneticileri’nin görmesi gerekiyordu, ama görmediler.
Son yedi yılda devletin gizli ortağı olan Gülen Cemaati’nin toplum, devlet, hatta kendi müntesipleri tarafından bile yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. Sonuçta yapılacak her tartışma, cemaate yönelik her eleştiri toplumun, bu cemaati tanıma hakkına hizmet edecek ve ülkeye yararlı olacaktır.