avrupahollandaalmanyabelcikafransafetoakpchpmhpiyip
DOLAR
34,5091
EURO
36,4713
ALTIN
2.954,16
BIST
9.112,38
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Kod adı: Hayatına girin

Paralel yapının altın çocuklarından gizemli eski polis şefi Ali Fuat Yılmazer, birini hedef seçtiyse memurlarına, “Hayatına girin” derdi ve operasyon için düğmeye basılırdı.

Kod adı: Hayatına girin

Tarih 3 Mart 2011. Hrant Dink suikastında devlet görevlilerinin ihmallerini ortaya çıkararak paralel devletin aşil topuğuna bastığı için hedef seçilen gazeteci Nedim Şener, İstanbul Emniyeti’nin bir nezarethanesinde ‘Big Brother’ tarafından izleniyor.

Kamera, dönemin İstihbarat’tan Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in odasındadır ve odada bazı gazeteciler de vardır. Gazetecilerden biri, lütfederek, “Nedim Şener’i neden gözaltına aldınız?” diye sorar.

Ali Fuat Yılmazer, gizemli bir havaya bürünüp, üç numaralı ‘bilmediğiniz şeyler var’ bakışını fırlatır ve sonra gözaltı gerekçesini kendince izah eder. Bunu yaparken “Perspektiften bihabersiniz. Biz devletiz ve devlet biziz” der gibidir.

Perspektif kelimesi, Yılmazer’in en sevdiği kelimelerden biri. Öyle ki, bilhassa 2007-2012 sürecinde kullandığı joker kelimedir dense yeridir. Beslediği güvercinlere bakarak sık kullanmak üzere icat ettiği başka kavramlar da vardır: Post-Ergenekon süreci, Ergenekon’un uyuyan hücreleri, TSK’nın bir kolu olarak PKK gibi…

GÜVERCİN VE PİPO DÜŞKÜNÜ
Güvercinlere bakarak operasyon kurguluyordu yani. Güvercinlerini o kadar seviyordu ki, bir güvercini, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün bulunduğu binanın çatısından 29 Mayıs Hastanesi’nin çatısına uçunca bir müstahdemi kelimeleriyle dövercesine azarlamıştı.
Kavramlarla arası iyi olan Yılmazer, Robert Paxton’ın meşhur paralel devlet kavramının, KCK’yı anlatmak üzere kullanılmasını öneren polis şefiydi. Ne var ki, söz konusu kavram, bu köşede 12 Şubat 2012’de yazılan ‘Devlet-paralel devlete karşı’ başlıklı yazıda cemaatin devletteki örgütlenmesini anlatmak için kullanıldıktan iki yıl sonra 17 Aralık süreciyle şimdiki anlamına bürününce Ali Fuat Yılmazer, kullandığı bumerangla vurulmuş oldu.
Yılmazer, hedef seçtiği insanlara yönelik operasyondan önce emrindeki memurlara, “Hayatına girin” derdi. “Hayatına girin.” Bunu, kimi zaman da neredeyse güvercinler kadar düşkünü olduğu piposunu içerken söylerdi. Öldürülen eski MİT yöneticisi Hiram Abas gibi pipo içmekten hoşlanırdı. Yani Abas, MİT’in Bay Pipo’su ise o da Emniyet İstihbarat’ın Bay Pipo’suydu.

“Hayatına girin” komutundan sonra teknik/fiziki takip/tarassut başlar ve telefon tapeleri başta olmak üzere bütün materyaller ortaya serilir ve paralel devletin en zeki ve çalışkan istihbaratçılarından olduğu su götürmez bir gerçek olan Ali Fuat Yılmazer, operasyonun kurgusunu yapardı. Yılmazer, “Şu şununla suçlanacak, bu suçlama için delil şu olacak” vs. diyerek fezlekelerden iddianameye ve giderek mahkeme kararına uzanan çarpık, genetiği bozuk istihbari-polisiye-yargısal süreçlerin maestrosuna dönüşürdü.

Onun maestro olduğunu ilk kez gören ve bunun haberini yapan gazetecilerden biri Toygun Atilla idi. Atilla, 2007’de Yılmazer’i, ‘hükümetle ordunun arasını bozan adam’ olarak haberleştirince Yılmazer küplere binmişti.

AKYÜREK’İ MÜSTEŞAR YAPTIRMAK İSTİYORDU
Üç Boyutlu Portre’nin bu haftaki konuğu, Ali Fuat Yılmazer Sakaryalı. Boşnak kökenli. Doğum yılı 1967. Polis Okulu’na girdiği dönemden itibaren Ramazan Akyürek’in himayesinde yetişti. Onunla ağabey-kardeş ilişkisi var. İki M’den (Medya ve MİT) MİT’i ele geçirme hedefi gerçekleşseydi, yani paralel devletin polis ve istihbarat imamı Kozanlı Ömer lakaplı Osman Hilmi Özdil’in hemşehrisi Ramazan Akyürek MİT Müsteşarı olsaydı Ali Fuat Yılmazer MİT’te istediğini yapabilecekti. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la çatışma pahasına bu yüzden hedef seçildi. İlk saldırıda, yani 7 Şubat 2012’de hedefe ulaşılamayınca Fidan için “O astsubayın koluna kelepçeyi takacağız” diyecek kadar gözlerini karartmışlardı.
Yılmazer, 2007’de yerine geldiği Ahmet İlhan Güler’le birlikte daha önce Şanlıurfa Emniyeti’nde çalıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C Şubesi’ni yönetti. Bu süreçte Dink suikastını haber veren raporun sümenaltı etti. (Yılmazer’in, Dink cinayetinin işlenmesine Ergenekon sürecinin başlaması için göz yumanlardan biri olduğunu 24 Haziran 2012’te bu köşede ‘Bir suikastın faili meçhul maktul evrakı’ başlıklı yazıda yazmıştım.) İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü ve bu şubeden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcılığı yaptı. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasından bir hafta sonra, Tanık Koruma ve Bomba İmha Şubelerinden Sorumlu İl Müdür Yardımcısı oldu, ama aslında eski görevine devam etti.

EKRANA DEZENFORMASYON İÇİN ÇIKTI
Pensilvanya ile doğrudan ilişkileri bulunan Ali Fuat Yılmazer’in ekrana çıkış amacı belliydi: Savcıları ve hâkimleri hepten işlevsizleştirme ve suçu üstlenme pahasına “Biz Sayın Başbakan’a anlattık, o da tutuklayın dedi” diyecek kadar ileri giderek Erdoğan’ı, paralel devlet operasyonlarının mimarı gibi göstermek. Oysa o dönemin gazete manşetleri ortada. Erdoğan, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasından rahatsız olduğunu açıkça söylerken, paralel medya organları, manşetleriyle/köşe yazılarıyla Başbuğ’u, tutuklandıktan bir gün sonra infaz ediyordu.

Başbuğ’un tutuklanması ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması Yılmazer’in fikriydi. Ekranda inkâr ettiği hemen her şeyin birinci derecede sorumlusu olduğunu onu izleyenler anladı. Nitekim Erdoğan, Yılmazer’in iddiaları için “A’dan Z’ye bunların hepsi yalan. Bunlar, o kadar ahlaksız, adi ve seviyesiz ki, bunlar takiyeyi, yalanı, iftirayı leblebi çekirdek gibi yerler” dedi.

İKİ M’Yİ ELE GEÇİRME PLANI
Ergenekon sürecinin maestrosu Ali Fuat Yılmazer, o karanlık sürecin sembolleşmiş mağdurlarından meslektaşımız Nedim Şener’le aynı gazetede çalışan Candaş Tolga Işık’la sıklıkla görüşürdü. Öyle ki Candaş Tolga Işık, onun medya ilişkilerini sağlayan en önemli isimdi.

Yılmazer’in, “İki M’yi de biz yöneteceğiz” sözleri; medyayı da, MİT’i de iyi ilişkilerle, olmazsa cebren ve hileyle ele geçirme planının göstergesiydi.
Candaş Tolga Işık, Her Taşın Altında The Cemaat mi Var adlı kitabını Ali Fuat Yılmazer’in verdiği bilgilerle yazdığı bilinen Nazlı Ilıcak’la Yılmazer’i tanıştıran isim. Yılmazer, işi bilen bir istihbaratçı olarak Ilıcak’ın haber/bilgi açlığını ve hükümetle ‘limoni’ ilişkilerini iyi kullanarak onu kontrol etti. Aralarındaki haber ilişkisi, haber kaynağı ile gazetecinin temas-mesafe ilkesine uymayacak ölçüdeydi.

Ilıcak, 1980’li yılların kudretli ismi Özel Harp Dairesi eski Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu ile ve 1990’lı yıllarda, Susurluk sürecinin güçlü ismi Emniyet Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’le yakın olduğu gibi 2000’li yıllarda da paralel devletin istihbarattaki altın çocuğu Ali Fuat Yılmazer’le yakın ilişki kurdu.

Candaş Tolga Işık, Nedim Şener ve Ahmet Şık’a yapılmış haksızlığın daha net biçimde anlaşılması için o sürece dair konuşması gereken gazetecilerin başında geliyor. Aynı şekilde Emniyet’le iyi ilişkileri olan gazeteciler İsmail Küçükkaya, Özkan Tamirak, Ekrem Açıkel de tarihe tanıklık etme adına bildiklerini anlatması gereken kişiler.

Nazlı Ilıcak gibi Mehmet Baransu ve Adem Yavuz Arslan’ın da o süreçte yazdıkları kitapların, ‘Yılmazer’in perspektifi’ ile yazılıp yazılmadığı sorusunun yanıtı da önemli.

SARIGÜL’LE STATTA MAÇ İZLERDİ
Yılmazer’in vaktiyle “PKK, TSK’nın koludur. TSK’yı asli alanına çektik, PKK’yı da bitireceğiz” dediğini Emniyet çevrelerini tanıyan gazeteciler biliyor. Hatta Yılmazer, PKK’yı bitirdikten sonra ‘post-KCK’ sürecini de kafasında kurgulamış olacak ki, eski devletin kendi makbul Kürt’ünü yaratma ‘perspektifi’ doğrultusunda kimi Kürt aydınlarıyla görüşmüş. Neyse ki o aydınlar Yılmazer’in kişilik yapısını ve niyetini (Niyeti, dağ kadrosunu bitiremezken şehirdeki PKK sempatizanlarını KCK operasyonu ile bitirmekti) anlayınca ondan vakitlice uzaklaşmışlar.

Ali Fuat Yılmazer, kudretli bir polis şefi olduğu dönemde Ergenekon soruşturmasını yürüten dönemin Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz ile birlikte Galatasaray maçlarını statta izlerdi. Yanlarında kendilerine “Müdürüm” ve “Savcım” diyen çok ilginç, medyatik bir isim vardı: Şimdi CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan Mustafa Sarıgül.

Türkiye, şimdilerde Ali Fuat Yılmazer’in, sevdiği güvercinlere bakarak ütopyasını kurduğu ‘post-Ergenekon’ sürecini yaşıyor. Ne var ki Yılmazer, eski gücüne güç katarak Türkiye’yi perde arkasından yönetmeyi sürdüren adam olmayı hesaplarken, bu süreçteki savaşta ilk arada kalan ve ‘ezilen’ kişilerden biri oldu. Bunun o kadar farkında ki, o gün ekranlarda zaman zaman mağduru bile oynadı. “Telefonumu dinlemeye ne hakları var,” bile diyebildi. ‘Hayatıma nasıl girersiniz’ demek ister gibiydi. Öyle ya, son yılların bütün büyük operasyonlarının senaristi, yönetmeni olarak başkalarının hayatına hep o girmişti. Aksi, onun açısından trajik bir durum. Anlamak için birazcık empati kurmak yeter!

Ferhat Ünlü – Sabah

YASAL UYARI: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Avrupa Türk Gazetesi'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.