Geçtiğimiz haftaki seçimlerden sonuncu parti olarak çıkmakla birlikte kendince büyük bir siyasi başarı elde eden (Birinci parti AK Parti’nin kendi başarı grafiğinin içinde bir başarısızlığa mahkûm olmasıysa siyasetin cilvesi) HDP’nin Eş başkanı Selahattin Demirtaş, 2014 Eylül’ünün sonlarında ABD’ye kritik bir ziyarette bulundu.
Demirtaş 26 Eylül’de HDP’nin Washington Temsilciliği ile Center for American Progress adlı düşünce kuruluşu tarafından organize edilen ‘Ortadoğu’da Yeni Kürt Realitesi’ konulu konferansa katıldı. Toplantının sürpriz konuşmacısı ise CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu idi. Wikileaks belgelerine göre CIA’in yan kuruluşu, açık istihbarat yapılanması Stratfor’un TR 705 kodu ile numaralandırdığı Tanrıkulu…
Stratfor analisti Emre Doğru, 22 Aralık 2010’da merkeze geçtiği bir raporda CHP’nin lider kadrosunda bir bilgi kaynağı olduğunu yazıyordu. CHP yöneticisi kaynak raporda TR 705 kodu ile numaralandırılmıştı.
Bu CHP’li yöneticinin Sezgin Tanrıkulu olduğu ortaya çıkmıştı. Tanrıkulu, Emre Doğru’yu 15 yaşından beri tanıdığını ve ona siyasi konularda bilgi verdiğini kabul etmişti.
Dönemin ABD Büyükelçisi Ross Wilson onayıyla Adana Başkonsolosu W. Scott Reid tarafından yazılan ve Ankara Büyükelçiliği’nden Washington’a geçilen bir raporda ‘Eski uluslararası ziyaretçi katılımcısı, Robert Kennedy Ödülü kazananı ve Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanı Sezgin Tanrıkulu’nun genel olarak bölgedeki Amerikan çabaları için minnettar olduğu’ yazıyordu.
CHP Uşak eski Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz, Tanrıkulu’na bu belgeler yüzünden ‘CIA ajanı’ demişti. Yılmaz’a, bu sözlerinden ötürü CHP Grup Disiplin Kurulu tarafından uyarı cezası verildiğini hatırlatalım.
KOALİSYON SENARYOLARI
Bütün bunlar, seçim sonuçlarının ardından gündeme gelen koalisyon senaryolarının dışarıdaki yansımalarını anlamak açısından önemli. Wikileaks belgelerinde geçen Sezgin Tanrıkulu, seçimden hemen sonra “CHP-MHP-HDP koalisyonu olabilir” dedi mesela. Bunun neredeyse imkânsız olduğu MHP cephesinden gelen “HDP’yle aynı torbaya girmeyiz” kabilinden açıklamalardan anlaşılıyor.
Öte yandan ABD’nin, AK Partisiz bir iktidarın söz konusu olamayacağı gerçeğinden hareketle AK Parti-CHP koalisyonunu zorlama ihtimali var. Tanrıkulu gibi isimler bu formül için nasıl bir fonksiyon üstlenir bilinmez ama dışarıdan yapılacak herhangi bir dayatmaya verilecek en milli cevap AK Parti-MHP koalisyonu olur. Böylesi bir koalisyon, Paralel Yapı’yla mücadele bağlamında yargı ve bürokraside zaten mevcuttur. Ve devletin bekası söz konusu olduğunda MHP’nin duruşu bellidir.
Bu seçenek, Çözüm Süreci’ni sekteye uğratabilir ama zaten sürecin son dönemde bir tıkanma yaşadığı da aşikâr. AK Parti’nin oylarındaki düşüş, Çözüm Süreci’nin ne tür bir siyasi risk doğurduğunu gösterdi. Ne var ki bütün engellere rağmen Çözüm Süreci’nin PKK’nın, militanlarını Türkiye toprakları dışına çıkarmasıyla sonuçlanması gerekiyor. Bunda da asıl görev artık devlete değil, HDP’ye ve İmralı’ya düşüyor.
Çözüm Süreci’nin HDP’ye yaradığını da yine oy oranlarından anlamak mümkün. Bu arada kurulacak bir koalisyonda HDP’nin yer alması ise en düşük ihtimal. Başta MHP olmak üzere partiler bu seçeneğe mesafeli. Ancak Demirtaş, koalisyon seçeneklerine kapıları kapatmıyor. Hatta “Devleti yönetecek birileri çıkmazsa biz hazırız” demeye getiriyor. Barajı geçmek bile ‘devletçi’ konuşturmaya yetti. Bu, bir açıdan olumlu bir gelişme. Fakat HDP’nin koalisyona soyunmadan önce yapması gereken şey, PKK’nın silahlı unsurlarını Türkiye sınırları dışına çıkarmaktır. Bu konuda ipe un sererse ya da bunu beceremezse ve HDP’yle ilişkilendirilen şiddet eylemleri devam ederse ’emanet oylar’ geri gider.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çözüm Süreci’ni başbakanlığı döneminde siyaseten kaybetme pahasına başlatmıştı. Türkiye’nin normalleşmesinin partilerin siyasi kazanımlarının üstünde olduğu fikrinden yola çıkan büyük bir fedakârlıktı bu. Sürecin Oslo’da olduğu gibi dışarıdan değil, İmralı faktörü ile içeriden yürütülmesi de önemliydi.
Erdoğan’ın, seçimlerden hemen sonra da yeni Meclis’in en yaşlı üyesi Deniz Baykal’la görüşmesi, dış senaryolara karşı bir hamle. Devlet, dışarıdan dayatılan seçeneklere iç uzlaşma arayışlarıyla yanıt veriyor. (CHP ile koalisyon, AK Parti’ye oy kaybettirecek bir seçenektir. Ancak iç şartlar zorlarsa bu seçenek bile belli ki düşünülecek. Öte yandan bu koalisyona, dışarıdan dayatmalarla girilmemesi gerekir.)
Koalisyon senaryolarından hangisi ağır basarsa bassın AK Parti tabanından gelecek “AK Parti kenara çekilsin, diğerleri hükümet kursun” türü tepkilerin gerçekçi olmadığını bilmek gerekiyor. Böylesi bir tutum, hem seçmenin tercihini, hem de AK Parti’nin Türkiye’ye karşı sorumluluğunu anlamamak demektir. AK Parti, bütün koalisyon seçeneklerini zorladıktan sonra bir sonuç alamazsa o durumda bir erken seçimle diğer partileri seçmene şikâyet edip yine tek başına iktidar şansını yakalayabilir. Bu seçeneklerden hangisinin gerçek olacağını ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.
NÜKLEER MÜZAKERELERİ İZLEYEN GÖZ
Türkiye, seçim sonuçlarını tartışırken yabancı basında önemli bir haber yayınlandı. Kısmen bizim basına da yansıyan bu haber, İran’la nükleer müzakerelerin yapıldığı üç lüks otelin İsrail menşeli sofistike bir virüs ile izlenmesini konu alıyordu. Bu teknik casusluk faaliyetini Rus siber güvenlik firması Kaspersky ortaya çıkarmıştı. Şirket, virüsün ‘siber casusluk dünyasında keşfedilen en usta, gizemli ve güçlü tehdit’ olduğunu açıkladı. Aynı Kaspersky; İtalyan menşeli, ABD bağlantılı Hacking Team firmasının ürettiği Da Vinci adlı çok gelişmiş bir virüs programının varlığını da açığa çıkarmıştı. Bu siber casusluk öyküsünü bu köşede Big Brother’ın Dehşet Dengesi başlıklı 26 Nisan 2015 tarihli yazıda okumuştunuz. Kaspersky’nin Rus servisi ile birlikte çalıştığı, istihbarat âleminde bilinen bir gerçek. Belli ki Ruslar, İsrail’in İran’la ilgili tüm çalışmalarını izliyor.
P5+1 (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) ülkeleri ile İran arasındaki nükleer müzakereler bugüne kadar Viyana, Cenevre, Lozan, Montrö ve Münih’te gerçekleşti. Uluslararası diplomasinin en sıkı şekilde saklanan sırlarını barındıran bu müzakereleri izleyen virüsün İsrail kaynaklı olduğu açıklandı. Virüsün, 2011’de ortaya çıkan ‘Duqu’ adlı virüsün gelişmiş versiyonu olduğu da… Duqu, İsrail tarafından geliştirilmiş ve hassas istihbarat toplama faaliyetlerinde kullanılmıştı. Kaspersky’nin ulaştığı bilgilere göre sofistike virüsün 100 adet modülü bulunuyor. Modüllerden biri otelin güvenlik kameralarındaki görüntüleri toplarken, bir diğeri telefon ve WI-FI ağları dâhil olmak üzere iletişim sistemini hedef alıyor.
Türkiye’deki koalisyon görüşmeleri, ABD ve İsrail için İran’la nükleer müzakereler kadar olmasa da önemli. Bu durumda Demirtaş ve TR 705 kodlu Sezgin Tanrıkulu’nu buluşturan ABD’nin ve ayrıca İsrail gibi ülkelerin gizli servislerinin kapalı kapılar ardındaki koalisyon görüşmeleriyle ilgili istihbarat toplamaya çalıştığını varsaymak komplo olmaz. Türkiye’nin de Kaspersky modeli devlet bağlantılı bir siber güvenlik firması olsaydı, iç siyasetimize yönelik ‘teknik espiyonaj’ faaliyetlerini deşifre etmek mümkün olabilirdi. Biz bilmiyoruz ama kim bilir belki de vardır ve içinde bulunduğumuz şu kritik süreçte tam da bu işle memurdur.