Meral Akşener’e iftira kaseti nedeniyle Gülen Cemaati bir kez daha gündemde.
İftira kasetinden ilk söz ettiği iddia edilen GYV Başkanı Mustafa Yeşil ise firarda.
Kaset siyasetinin biz de bir geçmişi var.
Bir dönem siyaset kasetlerle dizayn edildi.
Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlığını kaybetmesine, MHP Genel Başkan Yardımcılarının istifasına neden oldu.
Paralelin ünlü polis şefi Ali Fuat Yılmazer boşuna dememişti, ”Hayatına girin”
Girmedikleri hayat kalmadı.
Ama Akşener olayından da anlaşıldığı gibi, “Kasetli şantaj” çift taraflı işlemiş.
Sadece hedef aldıkları siyasetçiyi, bürokratı, hakimi ya da savcıyı tasfiye etmekte kullanmamışlar.
Asıl büyük tasfiyeyi kendi içlerinde gerçekleştirmişler.
Cemaat içi güç dengesinde rakiplerini, ”Şantaj kasetleri” ya da yasadışı dinlemelerle tasfiye etmişler.
Düşünün ki iman ve Kur’an hizmeti davasını güden bir cemaat, kendi iç hesaplaşmasını dahi bu tür rezil kasetler üzerinden yapıyor.
Böyle iman Kur’an hizmeti olur mu?
MGK’da karar almaya, kırmızı kitaplara sokmaya gerek yok.
Bu cemaat zaten içinden çürümüş demektir.
DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, paralel yapının seks tuzağına düştüğü iddiasıyla gündeme gelmişti.
Bir dini cemaat ve seks tuzağı…
Bunlar nasıl bir araya gelir?
Nuh Mete Yüksel 90’lı yılların DGM zihniyetini temsil eden bir savcıydı.
Bir gece yarısı Merve Kavakçı’nın kapısına dayanmıştı.
Zalim bir adamdı.
Ben onun kişisel zaaflarının peşinde değilim.
Nuh Mete Yüksel, Fetullah Gülen hakkında dava açmıştı.
Hem de Gülen’i ”Müctehid” ilan ettiği 28 Şubat sürecinde.
Nuh Mete Yüksel, 79 sayfalık iddianamede Gülen’i değil, İslami hizmetleri yargılamaya kalkıştığı için şiddetle karşı çıkmıştık.
Bugün olsa yine karşı çıkarım.
Ama Fetullah Gülen, orada İslam’ı savunmak yerine yine kendini kurtarmayı tercih etmişti.
Bu açıdan bakınca Fetullah Gülen’le, Nurculuk arasında çözülmesi gereken bir problem var.
1971 yılında İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde Bediüzzaman Said Nursi’nin Avukatı Bekir Berk’le birlikte yargılandıkları “Nurculuk” davasında Fetullah Gülen, diğer maznunların aksine, ”Ben Nurcu değilim” demişti.
Gülen, Nuh Mete Yüksel’in açtığı dava üzerine Ankara 2 No’lu DGM’ye sunduğu 2000/124E dosya numarasını taşıyan 56 sayfalık savunmasında da, ”Ben Nurcu değilim” diyor.
Gülen’in savunmasından, “Müslüman olmak dışında Nurculuk vs hiçbir akıma mensup değilim” başlığını taşıyan bölümü aynen aktarıyorum:
“İddianamede, güya Nurcu ve Said Nursi’nin devamı olduğum ileri sürülmektedir. Bu noktada iddianame, Nurculuk olarak anılan akımı, bana yöneltilen suçlamalar içinde mütalaa etmektedir. Diğer iddialar gibi, bunların da tutarlı hiçbir tarafı yoktur. Çünkü şimdiye kadar, ‘ci…cu’ gibi değerlendirmelerin dışında hiçbir akıma mensup bulunmadığımı ve dolayısıyla ‘Nurcu’ da olmadığımı defalarca ifade ettim. Mesela 6 Haziran 1998 tarihli haftalık Aksiyon dergisinin benimle yaptığı uzun röportajda bu hususu çok açık biçimde ortaya koydum ve bu ifadelerimi, Yeni Asya gazetesi 11 Haziran 1998 tarihli nüshasında, ‘Fethullah hoca: Nurcu değilim’ başlığı altında iktibas etti”
Fetullah Gülen, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatından beslendi. Ancak Bediüzzaman’ın ismini vermekten kaçındı. ”Hazreti Pir” diyerek üstünü örttü. Kendi ismini ön plana çıkardı. Risale-i Nurları ise tahrif etti. Eserin altında müellifi Bediüzzaman Said Nursi yazıyor. Ama içinde bazı bölümleri Fetullah Gülen tarafından yazılmış ya da çıkarılmış. Kendi üstadının ismini zikretmeyen, eserlerini tahrif eden birisi zaten Nurcu olsa ondan daha büyük bir kötülük olur mu?
Bediüzzaman Kürt olduğu için ziyaretine gitmek içinden gelmeyen birisi o.
“Küçük dünyam” isimli kitabında o bölümü yeniden düzenledi. Ama Zaman Gazetesi’ndeki röportajda,” Allah böyle bir dehayı niçin İslam’ın Kılıcı olmuş Türklerin içinden değil de, Kürtlerden çıkarttı’ diye düşündüm. Türklük gururum Said-i Nursi’nin ziyaretine gidip elini öpmeme engel oldu” demişti.
Bediüzzaman’ın talebelerinden ve Fetullah Gülen’in Risale-i Nurları tanımasına vesile olan Erzurum’lu alimlerden Mehmet Kırkıncı Hoca,”Risalehaber.Com” isimli internet sitesinde bu bölümü teyit ediyor:
“Bediüzzaman döneminde yaşadım ve adını da duydum, Risale-i Nurları da duydum. Ancak her Erzurumlu gibi bizde biraz Turancılık vardı. Onun için ziyaret etmedim Bediüzzaman’ı”
İmam-ı Azam hazretleri dört büyük mezhep imamımızdan biri.
İslam esaslarının değiştirilmemesi uğruna, Abbasi halifesine boyun eğmedi hapis yattı, işkence gördü ve zindanda zehirlenerek hayatını kaybetti.
Hayatını kaybetti ama davasını kaybetmedi.
Bediüzzaman Said Nursi, Kur’an-ı Kerim’in, Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklandığı tek parti devrine boyun eğmedi.
İslam’ın esaslarını muhafaza etme uğruna, hapsi, işkenceyi, sürgünü göze aldı.
“Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’aniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfrü mutlaka eğmem” dedi.
Kur’an tefsiri yazdıkları, Kur’an-ı Kerim öğrettikleri ya da ezan okuyup, İslam’ın bir hakikat-ı uğruna hayatı hakir gördükleri için akla hayale gelmedik zulümlere maruz kaldılar.
Ama onlar hiçbir zaman şantaj kasetleri hazırlamakla suçlanmadılar.
Ama onlar hiçbir zaman yasadışı dinlemelerden dolayı yargılanmadılar.
Ama onlar hiçbir zaman başka ülkeler adına casusluk yapmakla suçlanmadılar.
İslami cemaatlerin başına çok şey geldi. Çekmedikleri cefa, görmedikleri eza kalmadı.
Ancak İslam tarihinde ilk kez bir cemaat, şantaj-montaj kasetler hazırlamakla suçlanıyor.
İlk kez bir cemaat yasadışı dinlemelerden dolayı yargılanıyor. Başka ülkeler adına casusluk yapmakla itham ediliyorlar.
Fetullah Gülen’in asıl bittiği yer burası.