Devlet denilen organizmanın hücreleri, tarihin belirli bir evresinde yetkilendirilmiş bir liderin etrafında kümelenir. Bu liderin de Fethullah Gülen olmadığı açıktır.
Paralel devlet kavramı; siyasi literatüre öyle bir kazındı ki, gelecekte bugünlerin tarihi yazılırken bu kavram anahtar olarak kullanılacak. Ancak bir kavramın bu derece popülerleşmesi, içeriğinin muğlaklaşması ve giderek tahrif olması gibi bir risk doğuruyor. Kavramı bugünkü anlamıyla ilk kez kullanan kişi olarak paralel kelimesinin zaman zaman bir yaftalama vasıtasına dönüştürüldüğünü gözlemliyorum ve bunu tehlikeli buluyorum.
Burada ölçü şu olmalıdır: Herhangi bir etnik/mezhepsel grup, cemaat veya örgüt, devletin devlet olma vasfından kaynaklanan niteliklerini taklit ederek, ona rakip olacak biçimde özerk bir yapı kurarsa devlet için tehdittir. Bu anlamda mesela bir bürokratın devletteki amirinden değil, imamından talimat almasının suç olduğu konusunda herkes hemfikir. Ne var ki, konunun toplumsal, hele de ekonomik düzlemdeki tezahürlerinde aynı netlikte konuşmak her zaman mümkün olamayabiliyor. Paralel yapı meselesinin salt cemaatin gizlenmeye çalışılan siyasi kimliği ve bürokratik kadrolaşması boyutuyla değil, ekonomik gücü ile de tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Hatta meselenin siyasi yönünün anlaşılması için Marksist doktrinin ekonomik altyapı çözümlemesi gereği cemaatin ekonomik varlığının şifrelerinin çözülmesi zaruri.
Cemaatin üst yönetimini, devlet olmak için gereken araçlara devletin imkânlarını kullanarak sahip olmuş bir yapılanma olarak nitelendirmek mümkün. Bu yapı, bir taraftan müntesiplerini devlet kadrolarına yerleştiriyor, bir taraftan himmet adı altında kendi tabanından ‘korsan vergi’ topluyor. Cemaatin ekonomik gücünün en önemli kaynağı bu.
Tıpkı Tapınak Şövalyeleri’nin bir dönem Kudüs’e giden Hıristiyan hacıların paralarını toplayarak modern bankacılık sisteminin temellerinin atıldığı bir finansal modeli uygulamaları gibi cemaat üyeleri de paralarını komünal bir dayanışma gereği Bank Asya başta olmak üzere kendi bankalarına yatırarak cemaatin üst yönetimini bir finansal güce eriştiriyorlar. Bank Asya bu manada cemaatin ekonomik varlığının sembollerinden biri.
BİR PARALEL BATIK ÖYKÜSÜ
3 Boyutlu Portre’de bu hafta Bank Asya’nın merkezinde olduğu bir batık kredi hikâyesini işleyeceğiz. İzmir’de geçen, haber değeri yüksek bu hikâyenin özeti şu: Bank Asya’dan alınan yüklü kredilerle kurulan İzmir Aliağa’daki Çakmaktepe Enerji Santrali iflas edince banka, küçük yatırımcı aleyhine büyük zarara uğratılıyor.
Ulaştığım bilgi ve belgeler, santralin daha başlangıçta çok büyük maliyetlerle kurulduğunu ve böylesine müsrifçe bir yatırımla, iflasın mukadder olduğunu gösteriyor.
Doğalgaz santrallerinin en modern ve en verimlisi bile 1 MW (megawatt) başına 550-600 bin avroluk yatırımla kurulabiliyor. Ancak Aliağa’daki santral, megawatı 1 milyon avroyu aşan bir yatırımla kurulmuş. 270 MW santralin 285 milyon avroya mal olduğu açıklanmış. Oysa en yüksek maliyetten, yani 1 megawatt başına 600 bin avrodan hesaplansa bile santralin kurulması için 162 milyon avro yeterli imiş.
Santral için Bank Asya’dan çekilen kredinin miktarı 200 milyon avro. Burada dikkat çeken bir ayrıntı var, o da şu: Kredi tahsis edilen işadamları, cemaate yakınlığıyla bilinen TUSKON’un (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) üyesi.
2008 yılında kurulan santral, 2011 yılından itibaren batış sinyalleri vermeye başlamış. Bunun üzerine Bank Asya yetkilileri piyasadaki muteber doğalgaz yatırımcılarına gitmiş ve santrali devretmek istemiş. Ancak MW’ı en fazla 600 bin avro olan bir proje için 285 milyon avro yatırım yapıldığı iddiasını şüpheli bulan yatırımcılar santrali almamış.
Bunun üzerine İzmir 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce Çakmaktepe Enerji Üretim A. Ş.’nin 5 Aralık 2013’te 2012-65 sayılı kararla iflasına karar verilmiş. Böylece Bank Asya kredisi batığa dönüştü.
Santralin bugünkü satış fiyatının en fazla 80 milyon avro olduğu tahmin ediliyor. Buradan bakıldığında zarar en az 200 milyon avro. Şimdi gelelim meselenin en önemli noktasına… Buradaki batık krediyi bankacılık açısından hangi kurum soruşturacak? Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. (BDDK) Peki, bu kurumdaki başmurakıp ve murakıpları yakın bir geçmişe kadar kim görevlendiriyordu? Cemaatin holdinglerinden Kaynak Holding’in yöneticisi Naci Tosun’un oğlu Utku Tosun. Tosun, geçtiğimiz ocakta görevden alındı.
Bu somut olaydan yola çıkarsak başta yaptığımız ayrıma göre ölçü şu olmalı: BDDK, hatta Bank Asya’nın kendi personeli, bankanın bu ve buna benzer (ki 10’un üzerinde batık kredi öyküsü var) batık kredi olaylarını açıklığa kavuşturduğu müddetçe cemaat mensubu olsa da yaftalanamaz. Ama küçük yatırımcı aleyhine, o yatırımla iflas edeceği aşikâr olan bir santralin finansmanındaki usulsüzlüğü gizlerse işte o zaman suç işlemiş olur. Bu suçu işleyen kişi, otomatikman paralel devletin neferine dönüşür. Devleti gayrimeşru, kendisini meşru, hatta devletin gerçek sahibi gibi görmesi de onu haklı çıkarmaz. Çünkü bu durumda devlet gücünü kullanarak suç işlemiş olur. Ayrıca hangi gücün gerçekten devlet olduğunun bana göre basit bir ölçüsü var: Devlet denilen organizmanın hücreleri, tarihin belirli bir evresinde yetkilendirilmiş bir liderin etrafında kümelenir. Bu liderin de Fethullah Gülen olmadığı açıktır.