Ankara Başsavcılığı, Necip Hablemitoğlu suikastı dosyasını yeniden açtı. A’dan Z’ye yeniden incelenmesi gereken bir faili meçhuldür Hablemitoğlu suikastı. Çünkü Türkiye’nin yakın siyasi evriminin şifrelerini saklayan bir siyasal cinayettir.
Başkentin işlek caddelerinden Hoşdere Caddesi’ne paralel Portakal Çiçeği Sokak’ta 18 Aralık 2002 tarihinde akşam 20:45 sularında Ruger marka bir silahtan iki adet Parabellum mermi ateşlendi. Silah tutkunlarının ‘uzun dokuz’ olarak da adlandırdığı bu mermilerden biri Makine Kimya Endüstrisi (MKE) yapımı, yani yerli malıydı. Diğeriyse, çok ilginçtir, Amerikan malı idi.
Amerikan mermi ortası delik cinstendi. Kurşun vücuda girdiği zaman içeride bir el bombası gibi patlıyordu. Suikastçı muhtemelen işi şansa bırakmamak için Amerikan mermiyi tercih etmişti ve Amerikan mermi kaçak yollardan Türkiye’ye sokulmuştu. Cinayette kullanılan silahın da daha önce ‘hiçbir suça karışmadığı’ balistik inceleme sonucunda anlaşıldı.
Maktul (Necip Hablemitoğlu) yine ihtimaldir ki özel eğitim almış, attığını vuran bir profesyonel tarafından sol gözünden vurulmuştu. Neredeyse bitişik diyecek kadar yakından, 10 santimetreden ateş edilmişti. Mermilerden ikisi de kafatasından girmiş, ama çıkmamıştı. Biri, Hablemitoğlu’nun Kırım Tatarı atalarınınkini andıran çekik gözünden girmişti. Zaten Hablemitoğlu Kırım’ın, Türklerden arındırılıp Ruslaştırılması sürecindeki katliamları kitap ve yazılarıyla gündeme getiren bir araştırmacıydı.
Cinayet sırasında yerler buzluydu, tıpkı insan derisinde kolay kolay parmak izinin kalmaması gibi buz tutmuş yüzeyde de iz kalmadığı için katilin ya da katillerin ayakkabı izine ulaşılamadı. Suikastın bir mi yoksa iki tetikçi tarafından mı işlendiği bile netlik kazanmadı.
Cinayetten sadece dört gün sonra Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk’un, Necip Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili kaygı taşımadığını bildiren bir demeci Zaman Gazetesi’nde yayınlandı. Artık siyasi suikastlarla anılmayan Türkiye’nin geleceğine dair şimdilerde son derece kötümser bir tablo çizen Selçuk’un o günlerde mübalağalı bir iyimserlikle “Türkiye’nin bunu aşacağına inanıyorum. Bu cinayet gerekçe yapılarak demokrasiden ödün verilmemeli” dediğini hatırlatalım. Malum, hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.
PROPAGANDA CİNAYETİN BİR PARÇASIDIR
Yine cinayetten kısa bir süre sonra 4 Eylül 1989’da Anadolu Ajansı (AA) tarafından servis edildiği ileri sürülen bir haber piyasa sürüldü. Haberde Necip Hablemitoğlu, PKK’nın siyasi kanadı ERNK’nın Ankara Sorumlusu olarak lanse ediliyordu. Buna göre Hablemitoğlu geçmişte ERNK üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmıştı. Ne var ki AA, cinayetten hemen sonra ortaya çıkan bu belgeyi kendi arşivinde taradı. Tarama sonucunda AA’nın, abonelerine ne 4 Eylül 1989’da, ne öncesinde, ne de sonrasında böyle bir haber servis etmediği belirlendi. AA o dönemde yaptığı açıklamada, söz konusu metnin o yıllardaki haber formatıyla uyuşmadığı, o paraflara sahip hiçbir personelin kurumda çalışmadığı, 1989 yılında haberlerin altına tarih ve saat konulmadığı, bilgisayar yayın kodlarının yer almadığı bilgisine yer verildi.
Peki, suikastın hemen ardından neden bir hokus pokusla sahte belge imal edilmiş ve devletin ajansı namına piyasaya sürülmüştü? Kara propaganda, suikast operasyonlarının bir parçasıdır da ondan. Bu durumda insan, suikastın arkasında hangi güç varsa ya da suikasttan hangi güç fayda sağladıysa bu belgeyi de o güç servis etmiş olabilir diye düşünmeden edemiyor. Daha sonra düzmece AA haberindeki jargonla kaleme alınmış bir yazı ortaya çıktı.
Yazının yer aldığı web sitesinde “Bu sayfada Ergenekon ve Avrasya Stratejisi hareketleri içine sızmış çok yüzlü kişileri tanıtacağız” ifadesi yer alıyordu. Ne kadar tanıdık değil mi? Yazıda devamla şu cümleler yer alıyordu:
“Hablemitoğlu çocukluğundan itibaren istihbaratçılık oynamaya meraklıdır. Evinin önüne park eden Bulgar kamyonlarını KGB gönderiyor diye taşlatırmış. Babasını, istihbaratçı kimliği kullanarak DDY’de iyi bir göreve tayin ettirmişti. Yeni Hayat (Türkçü) ve İleri 2000 (solcu – Kemalist) dergilerinin ve organizasyonlarının devamlısıdır. 1989’da PKK’ya yardım ve yataklık yapmaktan tutuklanmıştır. Belirgin vasfı, Osmanlı’dan bahseden herkesi şeriatçı ve Türk dünyasına hizmet eden herkesi CIA ajanı olarak suçlamasıdır.”
Yazının Gülenistler tarafından kaleme alındığını son cümleden mümkün. Zaten Necip Hablemitoğlu’nun son dönem araştırmaları iki konu üzerine yoğunlaşıyordu: Fethullah Gülen-CIA ilişkisi ve Alman Vakıfları’nın Türkiye’deki faaliyetleri.
Ergenekon operasyonlarını yöneten Gülen Grubu, Hablemitoğlu suikastını, Ergenekon örgütünün ön planda olduğu Alman istihbaratı gölgeli bir cinayet olarak yansıttı. Peki ya öyle değilse…
SAVCI POLİS ŞEFLERİNİ DİNLEMELİ
Öyle olup olmadığı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bağlı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Bürosu’nun yeni başlattığı inceleme sonucunda anlaşılır mı bilmiyorum. Ama büro, Hablemitoğlu suikastının dosyasını yıllar sonra yeniden açtı. Savcı Hakan Yüksel cinayetin gizlerini çözmesini umarım.
Soruşturma kapsamında olayı araştıran polis şefleri Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun, Ankara Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz ve Ankara Emniyeti’nde Şube Müdürü olan Osman Ak’ın da dinlenilmesi aydınlatıcı olabilir.
Hablemitoğlu cinayeti, balistik raporlarından tutanaklara baştan sona yeniden incelenip röntgeni çekilmesi gereken bir faili meçhul. Yeni Türkiye, ilk derin devlet cinayetinin günahından belki böylelikle arınır. Çünkü bu cinayet, Türkiye’nin yakın siyasi evriminin şifrelerini saklayan bir siyasal cinayettir. Hablemitoğlu, onun fikirlerinden hoşlanmayanların da ‘milli bir değer’ olarak kabul etmesi gereken bir araştırmacıydı. Zira Türkiye’nin ‘gayri milli’ unsurlardan temizlenmesi gerektiğine inanıyordu. Hatta mevcut istihbarat teşkilatını kapatıp birinci cumhuriyet değerlerine bağlı yeni bir istihbarat teşkilatı kurulmasını salık veriyordu. MİT Müsteşarı olmak istediği de söyleniyordu. Türkiye’nin büyük ütopyası olan ‘millileşme’nin peşinden girerken politik hamasete bulaşmış ve ‘kariyerist’ davranmış olabilir. Ama bu, onun neticede milli bir araştırmacı olduğu gerçeğini değiştirmez. Millilik, bir başka deyişle yerlilik, postmodern bir üçüncü dünya savaşı yaşadığımız zamanımızda bu topraklar için en önemli değerdir. Türkiye de bu savaşı, devlet içinde bir harp olarak yaşamaktadır. Bu, Şubat 2012’de yazdığım üzere devlet-paralel devlet, milli-gayrimilli savaşıdır. Öyle büyük bir savaştır ki ‘yeni Türkiye’nin Armageddon’udur.
Sadece Gülen Cemaati’nin ‘yüksek istihbarat şurası’nın değil, grup çıkarlarını önceleyen haddinden fazla küreselci, dolayısıyla gayrimilli hiçbir grubun bu ülkenin geleceğinde yeri yoktur. Bu toprakların insanları, bütün iç, dış engellere rağmen Türkiye’yi kendi öz iradeleriyle yönetebileceklerini er ya da geç tüm dünyaya göstereceklerdir.