Kosova Türk Gazeteciler Cemiyeti Başkanı gazeteci-tarihçi İbrahim Arslan AVRUPA TÜRK GAZETESİ’ne yazdığı makalede Avrupa’da Türk varlığının geçmişi ve geleceği ile 15 Temmuz’daki kanlı FETÖ darbe girişimi değerlendirdi.
Genelde yazar olarak karaladığımız yazılara ön açıklamalı bilgilerle giriş yapmak bir alışkanlık olsa da, ben yazıma hemen soruyla başlıyorum:
Etnik toplulukların, bulundukları topluma katkıları nelerdir?
Sürekli olarak erime tehlikesi içinde olan etnik topluluklar, yaşadıkları ülkelerde “Entegrasyon mu, yoksa asimilasyon mu?” ikilemi içinde, erimek oyununa gelmemek için ipteki cambaz misali, en küçük bir dikkatsizlikte bir tarafa kaymamak bilinci içinde yaşamını sürdürmekteler. Bu mücadele içinde sadece erimemek değil, ezilmemek için kendilerini hem çok-yönlü hem çok kapsamlı geliştirmek zorundadır. İşte bu zorunluluklar, etnik toplulukları güçlü ve daha dayanıklı kılıyor.
Avrupa ilkelerine onlarca yıl öncesi genelde ekmek peşinde gidip, bugün ekmeğini oranın insanıyla paylaşan Avrupa’daki Türkler, özellikle vazgeçilemeyecek, onları Avrupa’dakilerden özde ayıran gelenek ve göreneklerini unutmaları için, Avrupa toplumunun açık ve üstü kapalı, farklı yöntemler uyguladığı bilinmektedir.
Bu yöntemlerde, toplumun her kesimi seferber edilmiş sanki. Devlet, siyaset, din, kültür, eğitim, ekonomi kendi açıları ve çaplarında bu yönde çaba harcamaktalar. Bu ısrarcı yaklaşımlardan genelde istenen sonuç alınamamakla birlikte, yerleşik ve yerleşen (gurbetçi veya mülteci) halk arasında arayı açtığı izlenimini vermektedir.
Fakat, öte yandan bazı alanlarda ısrarcı – yaptırımcı yaklaşımların, olumlu yansımalarını unutmamak gerekiyor. Geldikleri ülkelere kıyasla, çok daha iyi bir alt-yapısı ve üst-yapısı olan Avrupa ülkelerinde kendilerini özellikle teknolojik, ekonomik ve bilimsel anlamda daha hızlı geliştirme imkanı bulduklarını da belirtmek gerekir.
Örnek olarak spor alanında özellikle futbolda, Türkiye milli takımında ve liginde oynayan “gurbetçi” futbolcu sayısı oldukça kabarıktır. Onların spordaki bu başarılarında, bulundukları ülkelerin sağladıkları koşulların etkisi, son derece büyüktür.
Örnek olarak teknolojideki gelişmeleri ana-ülkelerindeki yakınlarından daha önce tanıyıp, onlardan yararlanmak ve kullanmayı öğrenmek, şansı gibi. Bununla birlikte ana-ülkelerine memleketlerine tatil amaçlı veya geri dönüşlerinde beraberinde getirdikleri teknolojik cihazlarla, yakınlarının veya çevredekilerinin bu teknolojilerle zamansal anlamda normal süreden önce tanışmalarına sebep olmak.
Üstte belirtilenler, en basit anlama düzeyine indirgenmiş izlenimler olarak kabul edilebilir.
Genelde bazı toplumlarda yerli ve yerleşen konusundaki farklı yaklaşımlar yüzünden, aynı coğrafyayı, aynı ülkeyi, aynı hükümeti paylaşan, aynı yasalara ve toplumsal kurallara uyan kişi ve topluluklar arasında işbirliği daha zor yapılabiliyor. Fakat, bu kavram ve anlayış kalıbından kurtulanlar ise, eşit hak ve sorumluluk esası üzere, özellikle ekonomik alanda ve uluslararası anlamda çok başarılı ortaklıklara imza attıkları, gözlenebilir.
Öyle ki, tarafların Orhan Gencebay’ın deyimiyle “beni böyle sev seveceksen, olduğum gibi göreceksen” ilkesi üzerinde kuracakları ilişkiler, tarafların aralarında, köken olarak temsil ettikleri ülkeleri arasında da çok yönlü ilişkilerin gelişmesine, neden olabilecekler. Uluslararası kültür, spor, ticari ve başka etkinliklerde ülkelerinin temsiliyetlerini sağlamakla, yeni ilişkilerin kurulmasına, ardından karşılıklı çıkar esaslı farklı alanlarda işbirliği olanakları yaratılmış olacaktır.
Bu anlamda bir de konuya “yabancı” sözcüğünün toplumumuzda nasıl algılandığını düşünürsek, yabancı, gelişi, kalışı geçici olan bir kişiyi anlatır genelde. Doğrusu, gelen bir yabancı, günü birinde gideceği, demektir.
Fakat, işte özellikle Batı Avrupa ülkelerinde 60’lı yıllarda işçi olarak geçici bir süre niyetiyle davet edilenler, önce yabancı işçi, yıllar geçtikçe oralara alışıp geri gitmeyenler ise, artık “yabancı” olarak anılmaya başladılar. Öyle ki Avrupa ülkelerinde milyonları bulan yabancıların içinde, Türklerin sayısı sadece Almanya’da 3 milyonun üzerinde tahmin ediliyor. Bu nedenle, yaklaşık 70 yıl veya dördüncü kuşağın bile yaşadığı bu ülkelerde, sayıları milyonları bulan bu topluluklara “yabancı” gözüyle bakmak, o ülkenin birlikteliğine geleceğine çelme koymak, demektir.
Ne yazık ki bu anlayış, farklı bir görünüm içinde olsa da Balkan ülkelerinde de durum aynıdır. Çünkü Balkan ülkeleri, geçen yüzyılın başında yaşadıkları iki Balkan savaşı ve o aynı yüzyılın sonunda, Yugoslavya’nın parçalandığı ve savaşa katılan ülkeler açısından üçüncü bir Balkan savaşını teşkil ettiği söylenen savaşın ardından da etnik topluluklara “yabancı” gözüyle bakmayı sürdürüyorlar. Artı olarak, “büyük ülke hayallerinden” de vazgeçmiyorlar.
Balkan ülkelerinde, Sırplar’da “Velika Srbija” (Büyük Sırbistan), Yunanlılarda “Megalo Helena” (Büyük Yunanistan), Bulgarlarda “Golema Bulgaria” (Büyük Bulgaristan), Arnavutlarda “Shqiperia e Madhe” (Büyük Arnavutluk), Hırvatlarda “Velika Hrvatska” (Büyük Hırvatistan), hayalleri yaşatıldıkça, huzurun sağlanması zor olacaktır. Üstelik, bu ülkelerin büyüklük ideolojilerinin ardında, etnik temizlik yatmaktadır.
Bu nedenle, Balkan ülkelerinde yaşayan Türklerin, o ülkelerin nüfus yapısındaki katkı payının düşük olması, yürütülen asimilasyon politikaları, yanı sıra farklı “kılıfların” içindeki gerekçelerle sürekli göçe zorlanmaları, bulundukları ülkelerde gelişip yaşamalarını, Türk toplumu olarak ana-ülkeyle ilişki ve işbirliğinin gelişmesine katkıda bulunmalarını, zorlaştırmaktadır.
Öyle ki Avrupa ülkelerinde “yerli” ve “yerleşik” kavgası gibi, Kosova’nın da içinde bulunduğu Balkan ülkelerinde “etnik” ve “etnik olmadıkları” iddia edilen topluluklar arasında, çekişme sürüp gitmektedir. Oysa bugüne kadar, söz konusu deyimler konusunda-“yerli” ve “yerleşik”, “etnik ve etnik olmayan”, henüz tutarlı bir açıklama yapılamamış, ölçütler, kriterler belirlenememiştir.
“Yerli” veya “etnik” olabilmek için, aradan ne kadar yılı geçmesi gerekir?, sorusunu hem kendime ve herkese soruyorum. “Yerli” veya “etnik” sorgulamalar yerine, iklimi, sınırları, toprağı, suyu, havası küresel güçler tarafından sarsılan dünyamızın her yerinde, Avrupa’da Balkanlar’da, Kosova’da bugün daha güçlü bir işbirliğine, ilişkilerde gerçek insanın samimiyetine ihtiyaç var.
Tarihte, özellikle eski kıta’da yaşanan 3 Balkan ve iki dünya savaşının sonunda, insanlık uğradığı bütün yıkımlarla birlikte “savaş kafalılar”a karşı mücadelelerinde, beşini de kazanmış durumdadır. Beş rakamı sadece öğrencilerin en sevdiği rakam değil, savaşla mücadelelerinde de barışın kucakladığı sayı.
Birleşmiş Milletler’de üyeler arasındaki haksızlığa dikkat çeken Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kararlarda “veto” hakkı olan 5 ülkeye, dünyanın 5’ten büyük olduğu hatırlatması hafızlarda yerini almıştır.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti üzerine son dönemde farklı şekilde 5 büyük oyun oynanmış, fakat 15 Temmuz 2016 günü düzenlenen, hainlerin toplu, tanklı, savaş uçaklı kalkışma da Türk milletinin vatan ve şehit aşkıyla bu son oyun da bertaraf edilmiş, en güçlü silahın millet olduğunu ortaya koyarak, iç ve dış düşmanları 5’inci kez yenilgiye uğratılmıştır.
Sonucun Türkiye lehine 5:0 olduğunu anlaması gereken bu gerici güçlerin, bir daha Türkiye ile maç yapmaya kalkışmamaları gerekir, diye düşünüyorum. Çanakkale’yi bir daha bir daha iyi okumalarını, dünyanın güzel yarınları için dostluk köprüleri inşası yönünde çaba harcamalarının daha doğru olacağını, düşünüyorum.
Dört denizi, dört mevsimi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Zafer Bayramı’nda insanları, kıtaları birleştiren boğaz-köprülerinin dördüncüsünü de milletinin, dostluktan ve dostluk köprülerinin inşaatından yana olanların, doğrusu herkesin hizmetine sunması, uygarlık yolunda yeni bir adım olacaktır.
İbrahim Arslan – Avrupa Türk Gazetesi yazarı
Avrupa Türk Gazetesi © GAZETEMİZİN YAZARI
Kosova Türk Gazeteciler Cemiyeti Başkanı – Gazeteci/Tarihçi