Hollanda’da herhangi bir yasal düzenlemeyle ilgili 300 bin imza toplanması durumunda referandumu zorunlu kılan yasa maddesi, AB’nin yasama faaliyetlerine bloke etme şansı doğurdu.
Brexit referandumunun ardından başlıca kurumları, temel siyasi yönelimleri ve giderek kurucu ilkeleriyle bütün varlığını yeniden tanımlama zaruretiyle yüz yüze kalan Avrupa Birliği, bu yöndeki arayışlara paralel olarak ‘tükenişini’ hazırlayacak süreçleri de bünyesinde taşıyor.
Sonu gelmeyen mali krizler ve aşılamayan mülteci sorununun ‘birleşik’ ve ‘sınırsız’ Avrupa ideali yolundaki en önemli kazanımlar olan Avro ve Schengen’i tartışılır hale getirmesiyle sarsılan Avrupa Birliği, Brexit’le birlikte ilk kez üyelerden biri tarafından terk edilen yapıya dönüştü. Yeni ‘Brexit’lerin önünü almaya çalışan Brüksel’in, her alanda daha sıkı federalist politikalar izleyerek AB’yi hayatta tutmaya çalışacağı anlaşılıyor. Ancak bu eğilim, kıta genelinde, farklı siyasi ve toplumsal dinamiklerin etkisiyle giderek güçlenen “yeni nesil aşırı sağ” denebilecek yabancı düşmanı, sağcı, popülist ve entegrasyon karşıtı eğilimlerin güç kazanmasıyla akamete uğrayabilir.
Nitekim Brexit’in ardından Atlantik’in diğer yakasında, ABD’de yapılan başkanlık seçimini, hemen hiç siyasi deneyimi olmayan, bütün şöhretini bir televizyon programına, dünyanın dört bir yanındaki plazalarına borçlu milyarder işadamı Donald Trump’ın kazanması, sadece AB’nin değil, bir bütün olarak Batı’da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından inşa edilen düzenin temelinden sarsılabileceği ihtimalini güçlü biçimde hissettirdi.
‘AB nasıl çökecek’ kehanetleri
Trump sonrası ABD’deki bazı eyaletlerin ‘ayrılma’ ihtimalini yüksek sesle dillendirmeleri ve dolayısıyla ABD’nin yüz yüze kalacağı muhtemel siyasi krizlere dair senaryolar bir yana, AB projesinin bir çıkmaza sürüklendiğine ilişkin kayda değer diğer bir gösterge ise ‘AB’nin nasıl çökeceğine’ ilişkin senaryolara tahsis edilen zihinsel mesai. 1980 ve 90’lı yıllarda, birleşik Avrupa idealinin başlıca unsurlarıyla nasıl hayata geçirileceğine odaklanan akademi ve düşünce kuruluşlarının, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği örneklerinden hareketle, benzer federal örgütlenme modeliyle inşa edilen AB için de ‘yolun sonu’nu tasvire çalıştıkları, alternatif ittifak zeminleri üzerinde kafa yordukları dikkat çekiyor.
Bu yöndeki arayışlara bir örnek teşkil etmesi bakımından son olarak ABD’nin itibarlı dış politika dergilerinden Foreign Affairs’de ‘Avrupa’nın Ulus Devletlerinin Dönüşü’ başlıklı makaleye işaret edilebilir. Makalede, içeride terör, mülteciler, kimlik tartışmaları, Avro krizi ve aşırı sağın yükselişi gbi faktörlerle bütünlüğü bozulan AB’nin, küresel stratejik koşullar bağlamında da yetersiz kaldığı, dayatmacı bir entegrasyon politikasında ısrar etmektense, yerini, Vişegard Dörtlüsü örneğinde görüldüğü üzere kendi aralarında sahici zeminlerde ittifak eksenleri tesis edebilecek ulus-devletlere bırakmasının daha isabetli olacağı değerlendirmesi yapılıyor.
Avrupa Birliği projesinin en can alıcı unsurlarından ortak para biriminin istikbali de parlak görünmüyor. Piyasa beklentilerine ilişkin araştırmalar yapan Sentix’in anketi, Avro Bölgesi’nin 12 ay içinde dağılma ihtimalinin arttığını gösteriyor. Bu çerçevede İtalya’nın yanı sıra Fransa ve Hollanda, para birliğinden ayrılması en muhtemel ülkeler arasında gösteriliyor.
“Öldürücü darbe Hollanda’dan gelecek”
Brexit’in AB’de yol açacağı sarsıntı, diğer ülkeler için tercih edilebilir ya da uzak durulması gereken bir model sunup sunmayacağı, müzakere süreci henüz başlamadığı için şimdiden tayin edilemiyor. Ancak üzerinde yeterince durulmasa da birliğin bir bakıma ‘tedricen’ ölümüne yol açacak en önemli süreç Hollanda’da gelişiyor. Öyle ki, Wall Street Journal’daki bir değerlendirmeye göre “Avrupa rüyası bir gün sona erecekse, öldürücü darbe Hollanda’dan gelecek.”
Sanıldığının aksine AB rüyasının sona erme riski, kamuoyu yoklamalarında Mart 2017 genel seçimlerinin galibi olarak görünen -ki 150 milletvekilinin yaklaşık 30’unu alıyor- ırkçı, İslam ve AB karşıtı Geert Wilders’in partisiyle (PVV) ilgili değil. Bu risk, seçimler sonrasında iyice parçalı hal alacak ve Wilders’in partisi ile koalisyon kurmak istemeyen diğer merkez sağ veya merkez sol partilerin oluşturacağı 4 veya 5 partili koalisyon hükümetinden de gelmeyecek.
Bu konudaki esas risk, Hollanda’da gittikçe yükselen ve AB’ye şüpheyle yaklaşan göçmen karşıtı, egemenlik yanlısı olup AB’nin dağılması/yıkılması için çabalayan ve aşırı sağ partilerle AB karşıtlığında buluşan, yer yer de ‘yeni aşırı sağ akım’ olarak nitelenen yeni kuşaktan gelecek. Bu kuşağın öncüsü olarak öne çıkan Thierry Baudet ve Jan Roos’un İngiltere’deki Brexit yanlıları başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerindeki AB karşıtı aşırı sağ kesimlerle de yakın ilişkide oldukları görülüyor.
Bu rüyalarını gerçekleştirmede onların en önemli umut ve başarıları, Hollanda Parlamentosu’nda kabul edilen ve 1 Temmuz 2015 itibarıyla yürürlüğe giren bir yasa oldu. Bu yasaya göre bir kanuni düzenlemeyle ilgili altı hafta içinde 300 bin imza toplanacak olursa hükümet o konuda referanduma gitmek zorunda. Nitekim bu yasa gereği AB karşıtları veya ‘AB septikleri-şüphecileri’ ilk zaferlerini, AB’nin Ukrayna ile yürürlüğe soktuğu serbest ticaret anlaşması konusunda elde ettiler.
Zira Bürüksel’in son derece önem verdiği bu anlaşma, toplanan imzalar sonucunda yasa gereği 6 Nisan 2016’da referanduma sunulmuş, neticede yüzde 64 oranında hayır oyu çıkmıştı.
Yeni nesil aşırı sağ, AB karşıtlığı ve “Nexit”
Ukrayna referandumu neticesinde, öteden beri AB’ye karşı olan ve Avrupa’daki aşırı sağ partilerin öncülerinden Wilders’in Özgürlükler Partisi ile ‘Hollanda’nın yeni aşırı sağ partileri’ olarak nitelenen ve referandumda ‘hayır’ kampanyasının en önemli aktörleri durumundaki ‘Forum voor Democratie/Demokrasi Forumu)’ lideri Thierry Baudet ve ‘VoorNederland (VNL)/Hollanda İçin’ lideri Jan Roos’un başını çektiği AB karşıtları ile bazı sol partiler AB’ye karşı zafer elde etmiş oldular.
Bu ‘başarı’yı da AB’nin Hollanda’nın egemenliğini ihlal etmesine Hollanda halkının demokratik müdahalesi olarak takdim etmeleri dikkat çekici oldu. Zira AB’nin üye ülkelerin egemenlik haklarına giderek artan müdahale olarak algılanan kararlar alması, üye ülkelerde AB karşıtlığının yükselmesi ve dolayısıyla AB karşıtı popülist partilerin güçlenmesindeki en önemli nedenlerden biri. Tabiatıyla mesele sadece bununla açıklanamayacak başka siyasi, sosyolojik, psikolojik ve dini-kültürel yönlere de sahip.
Öte yandan AB karşıtı bu popülist partilerin, Müslümanlar başta olmak üzere Hollanda’daki göçmenlere, bu çerçevede Suriyelilerin Hollanda’ya kabulüne şiddetle karşı çıkmaları, İslamofobik pek çok söyleme sahip olmalarının yanı sıra, belirtildiği üzere, Hollanda’nın AB’den çıkması (Nexit) konusunda yeni kuşakları etkileyen ve etkisi gün geçtikçe artan aktif bir kampanya yürütmeleri özellikle not edilmeli. Nitekim 2015 referandum yasası ve bu doğrultuda yapılan Ukrayna referandumunun 6 Nisan 2016’daki reddi, Hollanda’nın AB’den çıkışı için önemli bir prova özelliği taşıyor. Esasen başta Geert Wilders’in partisi PVV tarafından olmak üzere, Nexit uzun süredir Hollanda’da sürekli dillendirilmekteyse de Ukrayna referandumu ile Nexit kampına Baudet ve Roos’un yeni aşırı sağ partileri de aktif olarak katılmış oldu. Bu partiler küçük olsa da, popülist söylemlerle etkili bir kampanyaya sahipler. Ayrıca “Brexit”in de onlar için bir diğer umut ışığı olduğu belirtilmeli.
Aynı çevrelerin, Avrupa Birliği ile Kanada arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasını (CETA) referanduma götürmek için kampanya yaptıkları ve gereken imza sayısına ulaşma yolunda önemli mesafe aldıkları da biliniyor. CETA konusunda da referanduma gidilmesi ve Ukrayna ile benzer bir sonuç alınması, AB’nin yasama faaliyetlerinin fiilen felç edilmesi anlamına gelecek. Hollanda’da mevcut yasal mevzuat, daha önce imzalanan anlaşmalarla ilgili referanduma gidilmesini engelliyor ancak AB karşıtı koalisyonun bu anlaşmaları da referanduma taşıma kararlılığı içinde oldukları hatırda tutulmalı.
Uzlaşma kültürü giderek aşınıyor
Tabiatıyla bütün bunlar, AB için alarm zillerinin çalması anlamına geliyor. Zira Hollanda’nın AB’den çıkışı, AB için Brexit’ten çok daha ağır sonuçlara yol açabilir ve belki de AB rüyası için sonun başlangıcı olabilir.
Nitekim gerek Hollandalı politikacılar gerekse Bürüksel bu riskin alabildiğine farkında. Ancak şu aşamada elleri de bağlı durumda. Zira Baudet ve Roos, yasal sınırlar içinde Ukrayna, Türkiye gibi ülkelere yönelik AB’nin alacağı önemli adımları bloke etme mekanizmasına sahipler. Yine onlar aynı blokajı, AB’nin Yunanistan, İtalya ve Portekiz gibi, birliğin mali istikrarı konusunda riskli ülkelere yönelik alınacak yardım kararları için de devreye sokabilirler. Nitekim Ukrayna konusundaki referandum sonucu, gerek Hollanda gerekse diğer Avrupa ülkelerindeki AB karşıtları ve septiklerinin gücünü test ettikleri bir sınavdı ve gelecekte bu tür referandumlarda etkili sonuç alabilecekleri konusunda bir ‘umut ışığı’ olarak görülmüştü.
Son aşamada AB’nin kaderini belirleme potansiyeline sahip diğer bir gelişme ise İtalya’da. Hükümetin kritik anayasa reformlarının oylanacağı 4 Aralık’taki referandumdan ‘evet’ sonucu çıkarsa, parlamentonun üst kanadı olan senatonun yetkileri azaltılacak ve merkezi hükümetin otoritesi güçlendirilecek. Referandum, İtalya’nın AB’de kalıp kalmamasını belirleyecek dolaylı etki gücüne sahip bir konu. Merkez sol eğilimli Başbakan Renzi referandumdan ‘hayır’ çıkması halinde istifa edeceğini açıkladı. Renzi’nin istifasının ardından erken genel seçimde komedyen Beppe Grillo liderliğindeki AB karşıtı ‘5 Yıldız Hareketi’ iktidar alternatifi ve bu partinin, iktidara gelmesi halinde İtalya’nın AB’den çıkması için referanduma gideceği biliniyor. Yani İtalya için de AB’den çıkış çanları çalıyor.
Öte yandan Brüksel ve AB üyesi diğer ülkeler açısından bakılacak olursa, Mart 2017’deki Hollanda seçimlerinin en önemli meselesi, Hollanda’daki ana akım-merkez partilerin, bu krizi çözme konusunda bir yol bulup bulamayacakları da olacak. Dolayısıyla Brüksel, seçimlere gidilen süreçte Hollanda’daki gelişmeleri yakından ve dikkatle takip ediyor.
Esasen uzlaşma kültürüne sahip en önemli ülkelerden olan ve birbirine zıt partilerin koalisyonlarına alışık olan Hollanda bu sınavla başedebilecek mekanzimalara sahipse de, mevcut koşullarda bu hiç de kolay görünmüyor. Wilders’in partisinin oylarını daha da arttırması ve yeni nesil AB karşıtlarının sürekli güçlenmesi bunu zorlaştırıcı unsurlar olarak öne çıkıyor.
AB’nin çözüm çabaları
Öte yandan AB yönetimi Hollanda hükümeti ile irtibat halinde, AB’nin geleceğine doğrudan etkisi olacak bu krize çözüm bulmak için yoğun mesai harcıyor. Ancak bu çıkış yolu, AB karşıtlarının eline yeni koz verecek olan Ukrayna referandumunu doğrudan görmezden gelme, devre dışı bırakma, tanımama şeklinde olmayacak. Nitekim Hollanda, AB yöneticileri ve Ukrayna yakın zamanda bir araya gelerek sorunu çözmede bir orta yol bulmaya çalışacaklar. Basına yansıyan bilgilere göre bu çözüm yolu, Ukrayna’ya askeri yardım içermeyen ve Ukrayna’nın AB üyesi olmasının önünü açmayan, çerçevesi açıkca belirlenmiş bir anlaşma olacak.
Bununla beraber Başbakan Rutte yine de Hollanda Senatosu’nda olan referandum sonucunun nihai onayına engel olamayabilir. Zira Rutte’nin başbakanı olduğu koalisyon hükümeti Senato çoğunluğuna sahip değil. Burada Hıristiyan partilerin ve özellikle de Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDA) desteğine muhtaç. Ne var ki Parlamento’da Ukrayna referandumuna muhalefet eden CDA’nın Senato’da hükümete bu desteği vermesi seçimlere gidilen süreçte kolay görünmüyor.
Son dönemlerde AB’nin Türkiye karşıtı olan ve alabildiğine ‘Türkfobik-Erdoğanfobik’ tonlar barındıran söylemlerinde de aslında üye ülkelerde AB’nin genişlemesini öne sürerek AB karşıtlığını politika haline getirenleri frenleme amacı seziliyor. AB üst yönetimi Türkiye üzerinden söylem ve eylemleriyle, başta Hollanda olmak üzere birliğin kaderini etkileyebilecek seçimlere hazırlanan üye ükelerdeki AB karşıtlığını tolere edilebilir sınırlara çekme amacı güdüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu gördüğü için AB’ye anladığı dilden cevap verip yüzlerine ayna tutuyor.
Bununla beraber ‘Hollanda referandum yasası’ ve şayet Senato’da onaylanırsa Ukrayna referandumu sonuçları, ülkedeki AB karşıtı aşırı sağ partilerin elinde, AB’nin çöküşünü hızlandırabilecek, AB rüyasını sonlandıracak adeta pimi çekilmiş bir bomba olarak ortada duruyor olacak.
Prof. Dr. Özcan Hıdır. Rotterdam İslam Üniversitesi ve İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve editöryel politikamızı yansıtmayabilir.
Avrupa Türk Gazetesi © ÖZEL HABER