avrupahollandaalmanyabelcikafransafetoakpchpmhpiyip
DOLAR
34,7398
EURO
36,5631
ALTIN
2.953,71
BIST
9.827,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

İşte Doğu Perinçek’in avukatı Laurent Pech’in AİHM’deki konuşması

İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek’in avukatı Laurent Pech’in AİHM Büyük Daire’deki temyiz davasında yaptığı sunum tamamlandı.

İşte Doğu Perinçek’in avukatı Laurent Pech’in AİHM’deki konuşması
A+
A-

Pech’in konuşması şöyle:

(1) Temel ilkeler

Sayın yargıçlar, konuşmama iki temel ilkeyi hatırlatarak başlamama izin verin;

Eğer ifade özgürlüğü kesin bir hakkı değil de daha çok uygulanması sınırlanabilir ve şartlandırılabilir bir hakkı garanti ediyorsa ;

Daha evvel arkadaşımın da belirttiği gibi, kamu erkinin bu hakkı keyfi veya nispetsiz bir şekilde sınırlaması değil de tam tersine bazı şartlara uyarak sınırlaması uygunsa ;

Özünde, demokrasilerimizde, özgürlük kanununda, sınırlamada ve istisnada var olur.

(2) İtirazlar

Bu çerçevede mevcut davada, mahkemenizin hiçbir şekilde Ermeni halkının, 1915 senesinden itibaren maruz kaldığı katliamların ve zorla göç ettirmelerin varlığı ile ilgili olarak veya bu olguların İsviçre Ceza Kanunu bağlamında « soykırım » olarak tanımlandırılabilmesi ile ilgili olarak karar alma zorunluluğu olmadığını hatırlatmak önemlidir.

Dava, bu olayların « soykırım » olarak tanımlandırılmasını tartışma hakkının ifade özgürlüğü tarafından korunup korunmadığına karar vermek üzerinedir.

Müvekkilimiz hiçbir zaman katliamların veya tehcirin varlığını tartışmamış veya bu olguları haklı çıkarmaya çalışmamıştır.

Öte yandan, müvekkilimiz asla Ermenilere karşı nefreti kışkırtma amacı gütmemiştir.

İsviçre Hükümeti tarafından sunulan yazılı müşahadeler bu konuda bazı yanılgılar içermektedir. Bu bağlamda, davamızın, içtihatlarınız temelinde olgunlaşan Holokost’un inkarı üzerine ilkeler temelinde çözülemeyeceğini tekrar etmek önemlidir. Çünkü müvekkilimiz hiçbir şeklide 1915’ten itibaren işlenen suçları inkar etmemiş veya haklı göstermeye çalışmamıştır.

(3) Uygulanması gereken ana ilkeler

Dava, azınlıkta kalan, kamu yararının tam olarak sağlanmadığı konularda tartışma yaratan görüşlerin savunulması hakkının kapsamını mahkemenizin karara bağlaması üzerinedir.

Bu çerçevede, bugüne kadar içtihatlarınızın temelini oluşturan ana ilkelerin, özellikle de aşağıda saydığımız üç ilkenin tekrar doğrulanmasını diliyoruz ;

– İlk olarak, ifade özgürlüğü, sadece lehte veya farklı ve saldırgan olmayan « bilgi » ve « fikirleri » kapsamaz ayrıca inciten, telaşlandıran ve şok edici fikir ve bilgileri de kapsar ilkesi;

İkinci olarak, tarihi gerçekleri araştırmak ifade özgürlüğü kapsamındadır ve mahkemenizin halen tartışılmakta olan tarihi sorunlarla ilgili karar vermek gibi bir görevi yoktur ilkesi;

Son olarak, geçen zaman, ifade özgürlüğünün lehine olmalıdır ilkesi.

(4) Çözüm

Davamıza dönersek, mahkemeniz içtihatları « Türklük »ü yerenleri ve 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmeyi ceza kovuşturmasına tabi tutanları cezalandırırken, 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesini tartışma hakkının korunması bize mantıklı gelmektedir.

Söz konusu suçlarda, bir grubun kimliğine saldırı teşkil etmesi nedeni ile soykırımı bir kavram olarak kullanmayı reddetmeyi cezalandırmanın gerekliliğini ileri sürmek, ifade özgürlüğü hakkı ile uyuşmamaktadır çünkü kimlik kavramı net değildir ve bu kavramın kullanımını kabul etmek pek çok suistimalin gerçekleşmesine yol açacaktır.

Bir mahkemenin, nesnel bir tutumla tarihsel dramların, bir milli, bölgesel veya yerel kimliğin yaratılmasına katkıda bulunacağına veya bu kimliklerin oluşumunda payı olacağına nasıl karar verebileceğini ve yine, bir başka ülkenin yasama organının geçici çoğunluğu tarafından, bu tarihsel dramların, hukuki olarak farklı biçimde nitelendirilmesinin yasaklanmasının uygun bulunmasını anlayamıyoruz.

(5) Karşılaştırılmalı hukuk

Her şekilde, 17 Aralık 2013 tarihli karar, karşılaştırmalı hukuk alanındaki son gelişmeleri dikkate aldığı için selamlanmalıdır.

7 Kasım 2007 tarihli İspanyol Anayasa Mahkemesi’nin ve 28 Şubat 2012 tarihli Fransız Anayasa Konseyi’nin kararları, ayrıca Birleşmiş Milletler’in Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesi tarihsel olaylarla ilgili görüşlerin yanlış veya doğru olmayan yorumlar içermeleri suçlaması ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını onaylamaktadır.

Bir ülkenin resmen bir olayı soykırım olarak tanıması hakkının, bir ülkeye başka bir ülkenin tarihi ile ilgili olarak karar verme hakkını tanımasına ve uzlaşıdan çok bölünmeye sebebiyet vermesine rağmen tartışmıyoruz.

Tartıştığımız, bir yasama organının tarihi bazı olaylarla ilgili hukuken yaptığı tanımlamanın tartışılmasının cezalandırılmasını öngören cezai düzenlemelerin Sözleşmenin 10. maddesine uygunluğudur.

Oysaki ifade özgürlüğünün, temel hedeflerinden bir tanesinin de azınlıkta kalan veya popüler olmayan görüşlerin korunması olduğunu hatırlamak önemlidir.

(6) Karşı argümanlar

Meslektaşımın da ifade ettiği gibi İsviçre Hükümeti, davamızda İsviçre Ceza Kanunu’nun 261bis maddesinin uygulanmasını haklı göstermek için tehlikeli iddialar içeren pek çok argüman ileri sürmüştür.

Bize kalan zamanda, bir taraftan uluslararası hukuk öbür yandan Avrupa Birliği Hukuku alanlarında iki temel prensibin yanlış bir biçimde yorumlanmasından söz edeceğiz.

İlk olarak, İsviçre Ceza Kanunu’nun tartışmalı kanun maddesi, 1965 tarihli Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin İsviçre tarafından kabul edilmesi üzerinden haklı gösterildi.

Söz konusu sözleşme, hiç bir şekilde, İnkarcılık konusunda cezai yaptırımların uygulanmasını dayatmamaktadır. Eğer durum iddia edildiği gibi olsaydı sözleşmeyi kabul eden pek çok ülke benzer düzenlemelerde bulunmuş olurdu.

Fikir ve ifade özgürlüğünü koruyan Birleşmiş Milletler Uluslararası Sözleşmesinin 19. maddesine değinilmemektedir. Oysaki, Birleşmiş Milletler’in, İnsan Hakları Komitesi’ne göre « tarihi olaylar üzerine fikirlerin ifadesini cezalandıran kanun maddeleri, Sözleşmeyi kabul etmiş olan ülkelerin yükümlülüklerine aykırıdır(…). »

AB Hukuku’na gelirsek, İsviçre Hükümeti ve diğer müştekiler tarafından, soykırımın inkarının cezalandırılmasını haklı çıkarmanın kanıtı olarak; « Avrupa sistemi içinde insan haklarını korumak » bir zorunluluk haline geldiği öne sürülmüştür ki tamamı ile yanlış bir biçimde yorumlanmıştır.

Müzakerelerden 7 yıl sonra alınan, ifade ettiği ilkelere değin birçok istisna ve aykırılık öngören, 2008/913 bağlamında alınan karar şaşırtıcı değildir.

AB Hukuku’nun, sadece, davranış bir grup insana veya bir grubun mensuplarına karşı şiddet ve nefreti kışkırtmaya yönelik olduğu zaman, soykırım suçlarının inkarı, haklı veya normal gösterilmesini cezalandırmayı dayattığının altını çizmeme izin verin.

Başka bir deyişle, AB Hukuku, örneğin tarihte işlenmiş suçların hukuki nitelendirilmelerini tartışan ifadeleri değil sadece « nefret suçu » içeren ifadelerin cezalandırılmasını dayatır.

Hiçbir özel ceza düzenlemesi genel olarak inkarın cezalandırılmasını gerektirmez.

Yukarıda bahsedilen karar çerçevesinde, son olarak, karar üye devletlerin ifade özgürlüğüne karşı düzenlemeler yapmasını haklı göstermez.

Not düşeriz ki, 27 Ocak 2014 tarihinde, AB üyesi 13 devlet, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 6, 7 ve 8’inci maddelerinde öngörülen suçların haklı gösterilmeye çalışılması, inkar edilmesi veya normal gösterilmeye çalışılmasını özel olarak cezalandırılmasını tutarlı bulmamıştır.

Her şekilde, davada uyuşmazlık teşkil eden durum AB Hukuku çerçevesi içinde düzenlenmemiştir.

(7) Sonuçlar

Sonuç olarak, bize göre, davamızda uyuşmazlık konusu olan düzenlemelerin ifade özgürlüğü ile uyumlu olduğunu ifade etmek uluslararası hukuk ve karşılaştırmalı hukuk ekolüne aykırıdır.

Aynı şekilde, İsviçre Ceza Kanunu’nun söz konusu maddesinin « İnsan Haklarını Koruyan Avrupa Sistemi » ne dayandırılması yanlıştır.

İfade özgürlüğü hiçbir şekilde bu hakka, bir zaman diliminde, bir ülkedeki çoğunluğun isteği üzerine ceza kavramı olarak soykırım kavramının genişletilmesi yolu ile saldırıda bulunan « tarihsel devlet gerçeklikleri »ni hoş görmez.

Son olarak, unutmayalım ki bir çok tarihçi, son senelerde, « özgür bir ülkede, tarihsel bir gerçeğin tanımlandırılması siyasi erkin görevi değildir » veya « kanun yolu ile dayatılan devlet gerçeklerinin hukuki uygulanışının entellektüel özgürlük için vahim sonuçlara yol açabileceği » görüşünü savunmuştur.

Bu görüşü savunmaktayız ve mahkenin bize katılacağını umarız

Teşekkürler.”

YASAL UYARI: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Avrupa Türk Gazetesi'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.