Birkaç gizli tanıkla tarihinin en büyük davalarından birini gören devlet, Dink suikastının ‘gizli sanıkları’nı yedi yıldır bir türlü bulamadı. Bu gizli sanıkların izini belgelerle sürdük
Bundan tam iki yıl önce kaleme aldığım ‘Derin Ocak sendromu’ başlıklı yazıda dünyanın kahir ekseriyetinin coşkulu kutlamalarla karşıladığı yeni yılın ilk ayı Ocak’ın, ‘yarı-astrolog’ bazı araştırmacılar tarafından senenin en stresli ayı olarak kabul edildiğini yazmıştım. Hakikat böyle midir bilinmez ama Ocak ayının, Türkiye’de ekseriya stresli geçtiği izahtan vareste.
Uğur Mumcu ile iş bu yazının konusu olan Hrant Dink -14 sene arayla- Ocak ayında öldürüldüler. Hizbullah örgütünün lideri Hüseyin Velioğlu bir Ocak günü Beykoz’daki villada bulundu ve öldürüldü. Bu örgütün şûrasının çökertilmesinde rolü olduğu bilinen polis şefi Gaffar Okkan cinayeti yine Ocak ayında işlendi.
Ocak 2012’den bu yana geçen iki yılda yaşanan gelişmeler Türkiye’de Ocak aylarının halen stresli geçtiğini gözler önüne serdi. 6 Ocak 2012’de 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandı. Bir ay sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan tutuklanmak istendi. Yargının bu girişimi yürütme ve yasamanın müdahalesiyle önlendi.
Bir yıl sonra 10 Ocak 2013’te Paris’te, biri PKK’nın kurucu üyelerinden olan (Sakine Cansız) üç kadın öldürüldü. Çözüm sürecini sabote etmek isteyen güçler, suikastların gerçekleştiği dönemde PKK’nın İmralı’daki lideri Abdullah Öcalan ile müzakere yürüten Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) bu cinayetlerin planlayıcısı olarak göstermek için her renkten (beyaz, gri, kara) propaganda yöntemine başvurdu, başvuruyor.
Bunun sebebi, çözüm sürecini sabote etmek istemenin yanı sıra Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) ve giderek devletin, paralel devlet denilen yapılanmayı, öncelikli tehdit olarak belirlemesinde MİT’in verdiği istihbaratların etkili olması. Devlet, 1980’li ve 90’lı yıllarda ‘terör’ü, 90’lı yıllarda ise terörün yanı sıra ‘irtica’yı tehdit olarak görüyordu. Artık PDY olarak kısaltılan ‘Paralel Devlet Yapılanması’nı tehdit olarak görüyor. PKK ile müzakere yürütürken paradoksal bir biçimde yakın bir geçmişe kadar örgütün Suriye kolu PYD’yi tehdit olarak gören devlet, şimdilerde -bir harfin yer değiştirmesiyle türetilen yeni kısaltmayı- PDY’yi tehdit olarak görüyor. Devletin, bu yapıyla savaşmaya başlayacağını iki yıl önce yine bu köşede okumuştunuz.
Bugün -yedinci ölüm yıldönümünde- Hrant Dink suikastında devlet görevlilerinin kusur ve ihmallerini gözler önüne sermeye çalışacağım. Hrant Dink cinayeti ile ilgili 24 Haziran 2012’de kaleme aldığım ‘Bir suikastın faili meçhul maktul’ evrakı başlıklı yazımda bunu kısmen yapmıştım. 17 Şubat 2006 tarihli önemli haber evrakının klişe deyimle nasıl sümen altı edildiğini yandaki kutudan okuyabilirsiniz.
MÜFETTİŞLER TEHDİT EDİLDİ
Gelelim bir başka belgeye… Bu belge, devletin Dink suikastındaki kusur/ihmallerin açığa çıkması için düğmeye bastığını, ancak sürecin takipçisi olmadığını gösteriyor.
Bu belgeye göre Başbakanlık Teftiş Kurulu (BTK), Hrant Dink suikastı öncesinde ve sonrasındaki bütün kusur ve ihmalleri tespit etmiş. 2 Aralık 2008 tarihli belge, bu raporun son sayfasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da imzasının bulunduğunu gösteriyor. Nedir Şener’e göre, bu raporu hazırlayan Başmüfettiş Ayşegül Genç ve Mehmet Akın ile müfettiş Yasemin Tuğçe, Ramazan Akyürek tarafından BTK eski Başkanı Muttalip Önal vasıtasıyla (elçiye zeval olmaz!) ölümle tehdit ediliyorlar.
Bu arada Taraf gazetesi, 13 Ocak 2009’da Dink ile ilgili BTK Raporu’nun haberini ikinci manşet olarak verirken polis şefleri Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’i nedense korumuş. Aynı rapor o sırada Nedim Şener’de de varmış ve Şener iki gün sonra raporda polislerin ihmalinin bulunduğu bilgisini içeren bir haber yapmış. İki haberin içeriğini mukayese ettiğinizde Taraf‘ın, ulaştığı rapordaki bilgileri polis şeflerini korumak için eksik yansıttığını anlıyorsunuz.
Hrant Dink suikastını konu alan 22 Ocak 2012 tarihli bir başka yazımda şöyle yazmıştım:
“Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek ve diğer ilgililer hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Dink’i tehdit ettiği ileri sürülen MİT görevlisi Özel Y. ile ilgili soruşturma ise zaman aşımından düştü. Sonuç olarak her soruşturmada bir gizli tanıkla Ergenekon’un kalbine giren yeni yargı, nedense Dink davasındaki ‘derin aklı’, ‘gizli sanığı’ bulamadı.”
Evet, birkaç gizli tanıkla tarihinin en büyük davalarından birini gören devlet, Dink suikastının ‘gizli sanıkları’nı yedi yıldır bir türlü bulamadı. İşte tam da bu yüzden Dink’in, bir kurşun yarasını andıran ayakkabı deliğinden hâlâ kan sızıyor.
SÜMENALTI EDİLEN EVRAK
“Dink suikastıyla ilgili Emniyet İstihbarat raporunun son dört maddesinde şöyle deniliyor: 1- Hrant Dink silahla vurularak öldürülecek. 2- Suikastta kullanılacak silah Trabzon’da bir köyden temin edilecek. 3- Suikastçılar yakalanmamak için yanlarında telefon taşımayacaklar. 4- Bu işi planlayanlar kafalarına koydukları şeyi yapacak cinsten insanlar. Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’nce hazırlanan bu rapor Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’na ulaştığında ne oluyor biliyor musunuz? MİT krizinden sonra hükümet tarafından İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı görevinden alınan Ali Fuat Yılmazer’in (Gülen Hareketi’nin bir kesimine yakın bir polis şefi olduğu biliniyor) o dönemde başında olduğu C bürosunda takılıyor.”
Bir isimsiz ihbar mektubu ve birkaç gizli tanıkla -yerine geçmek için- eski derin devleti tasfiye eden paralel devlet, Dink suikastının çözülmemesi için elinden geleni yapmış. Hadi o ‘paralel devlet’ olduğu ve başka bir ajandaya sahip olduğu için çözümsüzlük için uğraşıyor. Peki devlet neden bu önemli işi ihmal ediyor. Artık etmese iyi olur. Çünkü tarih; paralel devleti falan değil, devletin kendisini yargılar.
PARALEL DEVLETİN PARADOKSU
Dink suikastında olduğu gibi eski derin devletin tetikçi bulma sürecini keyifle bir sinema filmi seyredercesine izleyen paralel devlet, artık yeni derin devlet olduğuna göre ihtiyaç duyduğunda tetikçi bulmak, üretmek isteyecektir. Doğrusu tetikçi bulmakta, üretmekte epey zorlanacaklarını da düşünüyorum. Çünkü yetişme tarzları ve doğaları tetikçi üretmeye, bulmaya pek uygun değil. Bu da paralel devletin paradoksu olacak. Bununla birlikte paralel devlet denilen yapılanmanın marjinalleştikçe neler yapabileceği, neler yapmaya muktedir olduğu ve muktedir olduklarından hangilerini yapmayı seçeceği önemli sorulardır. Cinayet işleyip/işletip, işlemeyeceği/işletmeyeceği, işler veya işletirse kimleri tetikçi olarak kullanabileceği de…
Bu noktada BBP eski Lideri rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun, parti ile bağı olduğu Dink suikastı sonrasında ortaya çıkan Erhan Tuncel’in ilişkilerinin derinliğini görünce çok rahatsız olduğu bilgisini aktaralım. Danıştay suikastına karışan Alparslan Arslan’ın BBP’yle ilişkili olduğu iddiası da Yazıcıoğlu’nu rahatsız etmişti. Yazıcıoğlu, bu unsurların partisine, dolaylı biçimde Özel Kuvvetler’in sivil unsurlarınca yerleştirildiği kanaatindeydi. Yazıcıoğlu ölmeden önce bu unsurlara mesafe koymayı tercih etti, hatta bunu parti politikası haline getirdi. Bu yüzden kaza süsü verilmiş bir suikastla öldürüldüğünü söyleyecek kadar ileri gidecek değilim. Gazeteci elinde delil olmadan bu tür kesin hükümler ileri sürüyorsa her türlü manipülasyona kanacak kadar saftır ya da bilerek kara bilgi yayıyordur.
2008’den bu tarafa hem birincisini hem ikincisini yapan ve ortalıkta gerçekleri ortaya çıkaran gazeteci edasıyla dolaşanlar var. Türkiye’de geçmişin bilinmeyenlerini aydınlatmak gibi önemli bir gazetecilik sorumluluğu varken ‘gaipten haber verme’ gayretine giren bu kişilere ben de bir haber vereyim:
Tarih, sizi yargılayıp mahkûm edecek. Aslında daha şimdiden etti bile. Ama bunun bile farkına varacak ferasetten yoksunsunuz.