“7 Şubat MİT krizinin hiç bilinmeyenleri” başlıklı yazımı 23 Temmuz 2014 tarihinde kaleme almıştım.
Yazıda, dönemin savcısı Sedreddin Sarıkaya tarafından ifadeye çağırılan Hakan Fidan’ın evine baskın yapmak için gelen paralelci polislerin, özel harekat timleri tarafından nasıl püskürtüldüğünü, o sırada ameliyatta olduğu sanılan Erdoğan’ın, bir ailenin evinde misafir olduğunu, baskını haber alır almaz Hakan Fidan’a, “Sakın kapıyı açma ve teslim olma!” dediğini, ardından ameliyat olmadan apar topar Ankara’ya döndüğünü detayları ile anlatmıştım.
Yazı arşivde duruyor, dileyen okuyabilir.
O dönemde büyük ses getiren yazı 4 milyona yakın okundu. Pek çok televizyon kanalında haber ve belgesellere konu oldu. Yine pek çok gazete ve köşe yazarı bu ayrıntıları günlerce yazıp çizdi.
Zaman Gazetesi’nin Fethullah Gülen’e en yakın olan ismi Ali Ünal yazdığım bu detayları tam 6 ay sonra, yani önceki gün şu sözlerle yalanlamış:
“Yalan, çünkü Erdoğan, 7 Şubat’tan 74 gün önce 26 Kasım 2011’de ameliyat oluyor. 7 Şubat günü zaten Ankara’da ve öğleden önce parti grubunda uzun bir konuşma yapıyor. Konuşmasından sonra İstanbul’a geliyor ve ikindi saatlerinde Fatih Camii’nde merhum İbrahim Subaşı’nın cenaze namazına katılıyor. Ertesi günü valiler toplantısında valilere konuşuyor. 10 Şubat saat 21.00’de ikinci ameliyatını oluyor.”
“Acaba haklılık payı var mı?” şüphesiyle o tarihte yazdığım yazıya yeniden göz attım. Yalanlamayı bir kenara bırakın, aksine beni baştan sona doğruladığını gördüm!
Ali Ünal yazısını, “Erdoğan 7 Şubat tarihinde ameliyat olmadı ki” gerçeğine dayandırarak beni suçlamış ama ben yazının hiç bir yerinde “Erdoğan o gün ameliyat oldu” dememişim!
Birinci ameliyatın 26 Kasım 2011 tarihinde olduğu tüm medyada en ince detaylarına varıncaya kadar haber oldu zeten. 7 Şubat’ta, birinci ameliyatın devamı sayılabilecek orta çaplı bir operasyon daha yapılacaktı Erdoğan’a. Takılan stend alınacaktı vs…
“Bu ameliyat Hakan Fidan’ın araması üzerine gerçekleşmedi” demişim ve eklemişim:
“Erdoğan henüz o evdeyken, Fidan’ın kendisini “Acil koduyla” aradığı fısıldanıyor Erdoğan’ın kulağına. Kendisiyle görüşüp detayları öğrendiğinde “Sakın teslim olma, sakın kapıyı açma” diye talimat veriyor ve ayaklanıyor. Hastaneye gitmek için yola çıkan konvoy birkez daha güzergah değiştiriyor. Yarım saat sonra Başbakanlık uçağı Erdoğan’ın talimatıyla Ankara’ya uçuyor”demişim.
İkimiz de bire bir aynı şeyleri söylerken Ali Ünal, “Hayır sen yalan söylüyorsun, benim söylediklerim doğru” diyerek kendisini gülünç duruma düşürmüş.
Ünal yazısında benim bu yazıyı hangi niyetle yazdığımı ise şu sözlerle anlatmış:
“İnternethaber’de Süleyman Özışık isimli biri 7 Şubat 2012’den 2,5 yıl sonra yazmış ve AKP medyası gibi pek çok gazete, TV kanalı ve site de yer vermiş. Bu tür uydurma senaryolarla da Erdoğan’ın üzerinde ululuk haleleri oluşturuluyor. Erdoğan’ı âdeta -haşa- ikinci bir Allah ilan eden, tarihte başka biri için söylendiğini bilmediğimiz çok daha dehşetli küfür sözleri söyleniyor”
“Süleyman Özışık isimli biri” dediğine göre benim ismimle ilk kez karşılaşmış. Bu durumu çok normal buluyorum. Çünkü ben meşhur bir gazeteci değilim. Ama en azından bir araştırma yapsa, eski yazılarıma zahmet buyurup göz atsa şahsıma bu iftirayı atmazdı.
Siyaset dünyasında ne hasmım var, ne de hısmım! Allah’a hamdolsun ki önünde eğilecek bir lider arzusuyla kaşınan dizlere sahip değilim. “Erdoğan’ın üzerinde ululuk haleleri oluşturma”yı bir yana bırakın, bu amacı güdenlere savaş açanlardan biriyim. Ayrıca AK Parti’nin davasına gönül verip Erdoğan’ı zaman zaman eleştiren neredeyse tek gazeteciyim. Bu nedenle sık sık aynı davaya gönül verdiğim kardeşlerim tarafından zalimliğe varacak derecede eleştirildiğim oluyor.
Kaldı ki Ali Ünal bu konuda suçladığı kişiler kadar günahkar bir isimdir. “Fethullah Gülen’e şirk koşanlar” sözü kendisine aittir.
Hatasızlık konusunda Gülen’i Peygamberlerle kıyaslayan da, “Cemaat’e 40 yılı aşkın süredir ilmî–manevî rehberlik yapmış zâta gerekli muhasebeyi yapmadığı töhmeti ve hakaret manâsı taşır” diyen de “Din’e gerçekte hizmet eden bir Cemaat’in şahs-ı manevîsi velâyet-i kübra sahibidir ki bu da, peygamberlere veraset demektir” diyerek müridi olduğu adamın üzerinde ululuk haleleri oluşturma çabası içinde olan bizzat kendisidir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulü’nü olimpiyata getirenlere, kamyonet şoförü yapanlara, ona twit attıranlara uyarıda bile bulunmayan birinin, başkalarını eleştirme hakkı olduğu sanmıyorum.
Gel gelelim meselenin bir başka boyutuna…
Ali Ünal’ın yazısı, edep ve adap kurallarını bir kenara atarak saldırmak isteyenler için müthiş bir fırsat oldu..
Önder Aytaç bunlardan biri…
Ağzıyla mı konuşuyor, yoksa konuştuğu yerin ağzı olduğuna mı inanıyor bilmiyorum ama, fazileti utançtan, doğruyu yanlıştan ayıramayacak derecede ilkesiz ve onursuz olduğunu biliyorum.
Önceki gün twitter üzerinden yazdığı mesajlarda, benim bahsi edilen yazıyı İnternethaber’den kaldırttığımı söyleyip durdu.
Kendi takipçileri bile, “Yazı yayında duruyor, yalan söylüyorsun” dedi ama epey zaman ikna edemedi. Gelen tepkiler çığ gibi artınca, dik tutmaya çalıştığı kuyruğu bir süre sonra düştü, “Yazıyı yayından kaldırmıştı, yeniden yayına verdi” demeye başladı.
Oysa kaldırıldığımı iddia ettiği yazının altına İnternethaber okurlarının 23 Temmuz tarihinde yazdığı yaklaşık 250 yorum var. Yine aynı tarihlerde Facebook üzerinden yapılmış onlarca yorum olduğu gibi duruyor. Kaldı ki aynı yazı hem facebook, hem twitter adresimde yayında…
Peki niye bu yalanı ve iftirayı bile bile köpürtüyor dersiniz?
Çünkü benimle ilgili ciddi karın ağrısı var. Daha önce sahtekarlık yaparak kendisini “bakan müsteşarı gibi gösterip” VİP hizmetlerinden yararlandığını ortaya çıkarmıştım.
Çünkü polis okullarında ders vermesi engellenince, (ki bu derslerden çoğuna gitmediği halde maaşını takır takır alarak yetimin malını kursağından geçirdiği ortaya çıkmıştı. Bununla ilgili tutulan tutunaklar mevcut) yani daha doğrusu AK Parti mamasını kesince bir anda Erdoğan düşmanı olduğunu yazmıştım.
Çünkü “AK Parti Halk Ekmek’e büyü yaptırıyor. O ekmekten yiyenler büyünün tesirinde kaldığı için Erdoğan’a oy veriyor” dediği için kendisini bir yazıma konu etmiş ve meczup ilan etmiştim.
Çünkü, “Görüşmedim” dediği Fethullah Gülen’in huzurunda iki büklüm durduğu fotoğraflar ortaya çıkınca kendisini yalancı olarak ilan etmiştim.
Sıfatsız şövalyenin bana saldırması için epey nedeni var anlayacağınız! Kimsenin dikkate almadığı birini muhatap kabul edip cevap vermeme kızabilirsiniz.
Haklısınız!
Böylelerinin yüzüne tükürseniz tükürüğünüz kirlenir.
Lakin, bel altı vurma gayretiyle yazdığı bazı iftiraları var. “Edepli edebinden susar, edepsiz ben susturdum sanır” sözünden hareketle, suskunluğumun bu bel altı saldırılar karşısında bir kabulleniş olarak algınalabileceği düşüncesiyle cevap vermem gerekiyordu.
Avukatım gerekli işlemlere başladı. Dün kendisine twitter’dan yazdım, şahit olmanız için buradan tekrar ediyorum:
“Önder Aytaç. İster kork, ister titre! İster üzül, ister büzül! Para biriktirmeye başlasan iyi olur, çünkü yazdıkların ciddi bir tazminata mahkum ettirecek sözler. O parayla garip gurebaya Halk Ekmek dağıtılacak.
Hem de en büyülüsünden!…”